Bektaşi Edebiyatı Nedir?

Bektaşi Edebiyatı Nedir? Bektaşiliğin halk indinde popüler, meşrep olarak da yaygın bulunmasının nedenlerinden ikisi çok önemlidir. Bunlar, sazı, sözü ile Bektaşi şiiri ve mutaassıp Müslümanlığa karşı bir nevi savunma aracı olan Bektaşi fıkraları.

Sünni inancın gerektirdiği dini formaliteleri yerine getirmekte üşenen bazı çevreler ve kişiler, özellikle Ramazan aylarında, Bektaşi babalarına izafe edilen dini nüktelerle durumu kurtarmaya çalışırlar. Aslında, eline, diline, beline hâkimiyeti telkin eden, gerektiğinde en yüce kurum veya makamlara karşı halk mantığı ile kendini savunup ince esprilerle hoşgörünün tüm biçimlerini savunan Bektaşilik, bu uygulamada bir tarikat değil, ladinî çevrelerin içinden geldiği gibi yaşamak felsefesinin katığı olmaktadır.

Bektaşiliğin halk arasında, ilgi ve sempati ile karşılanması nedenlerinden biri de Bektaşi edebiyatı demiştik. Buedebiyat, doğrudan halka seslenen bir dil kullanmaktadır. Açık, anlaşılır ve en derin felsefi konuları iki üç kelimede özetleyen, ezilen ve horlanan sahipsiz kitlelerin melankolisine cevap veren bu şiirler, saz şairlerinin de katkısıyla asırlardır çok yaygın bir şiir geleneğini de beslemişlerdir.
Fuat Köprülü Bektaşi Şiiri konusunda şöyle yazıyor:

Bektaşi babaları, başka şeyhler gibi uzun medrese tahsili görmüş adamlardan olmadıkları gibi, Bektaşi dervişleri de ekseriyetle halk arasından yetişmiş basit, sade insanlardı. Bu sebeple Acem dili ve edebiyatına kıymet vererek tamamen onu taklid edecek yerde, milli dii ve edebiyata kıymet veriyorlardı Aralarından yetişen şairlerin ekseriyetle medrese tahsili görmemiş, lâkin milli zevke vakıf  ince ve zarif düşünceli, her basit şeye kolayca kanabilecek derecede ibdidaî ve adeta hurafelere tapan bir Zihniyete malik olmaları, sonra aruz veznini ve aruz şekillerini ekseriye çok fena ve kusurlu kullandıkları halde, bilakis, milli vezni ve milli şekilleri tamamen Türk zevkine uygun bir tarzda isti’mal edebilmeleri bundan dolayıdır. Zevkleri, Acem edebiyatının yüksek örneklerine karşı duyduğumu hayret ve heyecanla bozulmayarak, halka has saflık ve asilliğini saklayan bu Bektaşi babalarının, Yunus’un zevkini en iyi duymaları ve ona en çok yaklaşabilmeleri pek tabiidir.

Bektaşi şiirinin milli vezin ve milli şekiller altında yazılan asıl kıymetli ve orjinal parçaları Nefes adıyla tanınmıştır ki, tekkelerde belli bestelerle okunmaya mahsustur; başka tarikatlardaki ilahiler, nutuklar ve Yeseviler’deki Hikmetler gibi. Ayrıca bundan başka da Hazret-i Ali’ye, veya şair Ali Resul’e ait medhiyyeler, mersiyyeler, destanlar, devriyyeler vardır ki, hep hece vezniyle yazılır: Mesela Şiri’inin devriyyesi, Mirati Babanın destan’ı, sonra Turâbî Şem’î, Ecri, Perîşânî, Pir Sultan, Kalender Abdal, Kul Nesimi, Hamdi, Deli Şükrü. Şâhî, İbrahim Baba, Turâbî, Niyâzî, Güvenç Abdal, Seher Abdal, Kemte, Hatâyî, Kul Himmet, Rumûzî, Velî Baba v.b. gibi muhtelif zamanlara ait dervişlerin Nefes’leri hep hece vezniyle ve tamamiyle Yunus edasından alınmış hatta daha şuh, daha kinayeli, daha zarif bir tarzda yazılmıştır. Bu şairlerin zaman ve yeri, fikir ve i’tikadlar! hakkında açık ve kesin fikirleri ileri sürmek hemen hemen imkânsızdır diyebiliriz; çünkü bunlardan bir kısmı mesela Hatâyî, Kul Himmet, Rumûzî, Veli Baba ve daha birçokları Hıırûfîlik’i ve Fazlu’llâh Astarâbâdî’nin ulûhiyyetini kabul etmiş oldukları gibi, Bektaşilikle alakası oimakla beraber ondan ayrı olan Kızılbaş zümresine ait birtakım şairler karışmış bunun gibi Kalenderîler ve Hayderîler’den de bunlar arasına karışmış şairler vardır.
Bektaşi şiiri dediğimiz ve hakikatte Babaîlik. Ahilik, Abdâlhk, Hurûfilik, Kızılbaşlık, kalenderîlik, Hayderîlik akidelerinden mürekkep anlaşılması güç bir itikad halitasını şerh ve terennüm eden bu manzumelerde, aşk ve muhabbete, Allah Muhammed-Ali teslisine, sonra Ali ‘Abâ’ya, Fazl’ın uluhiyyetine, harflerin gizli manalarına; Hacı Bektaş Veli’nin Muhammed ve ‘Ali’den ayrı olmadığına, tarikin müşkillerine, ayin usullerine, Pîr-i Abdâlân Seyyid Gâzî’nin, sonra Kızıl Deli Sultan, Balım Sultan gibi Bektaşi büyüklerinin menkıbelerine, Yezid’in mel’anetine ait birçok şeylere tesadüf olunur. Üslub bakımından Yunus te’siri o kadar açıktır ki, bazan aynı mevzua, hatta bazan aynı mısralara rust bile gelinir; lâkin Bektaşi şiiri, umumiyetle, onunkinden daha serbest, daha zarif, daha nükteli te incedir. Yalnız, Yunus’ta- ki inanmak ve inandırmak kuvveti bunlarda yoktur; bunlar daha az inanırlar ve ekseriya şiirlerinde şüphe ile karışık derin bir istihza Darıltısına tesadüf olunur. Yunus’un, Muhyi’d- Din ‘Arabi ve Mevlânâ Celâle’d-Diıı gibi yüksek bir tasavvuf felsefesine malik olduğu halde, bunların, biribiriyle layıkıyla uyuşamayarak bir sistem haline girmekten çok uzak kalmış birtakım çocukca i’tikadlara —mesela Tanâsuh’a, Hulûl ve İttihad’a— sahip olmaları tabii kendilerinde bu şüphe ve istihzayı doğurmuş olabilir; bununla beraber bir tasavvuf sistemi, bir i’tikadlar manzumesi olmak bakımından bu i’tikadlar halitasının kıymeti ne kadar az olursa olsun, şurası muhakkaktır ki, Bektaşi şiiri dediğimiz edebi tarz, zevk ve eda bakımından, en çok milli ve Yunus’tan belki en çok müteessir olmuş bir sanat koludur. Bektaşilik, Kızılbaşlık, Hurufîlik adı altındaki garip i’tikadların halk arasında bu kadar kuvvetle yayılmasına, belki de, bu sade, herkesin anlayacağı kadar basit, milli zevke uygun güzel şiirler her şeyden çok yardım etmiştir.” Köprülü, “âşık edebiyatı ile Bektaşi şiiri arasındaki ilgiyi” de şöyle açıklıyor:

“…İçtimaî iş-bölümünün neticesi olarak, muayyen bir sınıfın bediî ihtiyacını tatmin için teessüs eden bu âşık edebiyatı, klasik edebiyattan, tekke edebiyatından, hatta —halk bilgisinin tedkik çevresine giren— halk edebiyatından tamamıyla ayrı bir mahsuldür. Asıl an’anesini eski halk edebiyatından almakla beraber, gerek yüksek sınıfların ihtiyaçlarını tatmin ettiği Acem taklidi klasik edebiyattan, gerek tekkelerde yaşayan tasavvufî edebiyattan birtakım unsurlar da ona karışmış ve bütün bu unsurlardan âşık edebiyatı dediğimiz saz edebiyatı teşekkül etmiştir. Âşık edebiyatı ilk devirlerde vezin ve şekil bakımından tamamen eski halk edebiyatını taklid ve takip ettiği halde, sonraları, yani Fuzûlî’den sonra, bir yandan klasik edebiyatın, öte yandan Acem te’sirine kuvvetle maruz kalmış tekke edebiyatının nüfuzu altında, —çok kusurlu ve ibtidai bir sûrelte— Acem nazım kaidelerini de tatbike kalkıştı; lâkin, doğrudan doğruya halk kitlesine ve halkın zevkine hitap eden bir edebiyat olduğu için, Acem nazım kaideleri ona Türk an’anesini unutturamadı; milli vezin ile milli şekiller âşık edebiyatının esası mahiyyetinde kaldı.

Yunus Emre’nin âşık edebiyatı üzerindeki nüfuzu, doğrudan doğruya değil, bi’Ivasıta olmuştur: Âşıklar hemen umumiyetle bir tarikata müntesip olup, hatta büyük kısmı ve bilhassa Yeniçeriler arasından yetişenler mutlaka Bektaşi olduklarından, âşık edebiyatı, Bektaşi şairlerinin milli-tasavvufi şiirlerinin kuvvetli te’- siri altında kalarak onunla müşterek birçok hususiyetler peyda etti…” .

Alevi-Bektaşi şiirlerinde inançlarla da alay edilir. O şiirlerin sahipleri, en yüce makamları, korkulacak değil, hatta zamanı gelince sitem bile edilebilecek, eleştirilecek makamlar olarak görürler. Bu şiirlerde Tanrı ile kul arasındaki teklif-tekellüf kaldırılmıştır. Sünni Müslüman inancındaki saygılı sıfatlar, hatta bazan yüce isimleri zikretmemek gibi dikkatler, Beştaşi şiirinde, Tanrı ile konuşulurken önemsenmez.
Bu şiirde, cehennem, sırat köprüsü, günah, ateşte yanmak… gibi dini unsurlar, tüm ürkütücülüğündea sıy¬rılmış olarak, günlük olaylar gibi ele alınır, Tanrıya, böyle korkutucu şey¬lerle kullarını korkutmasının sebebi sorulur, sitem edilir. Yunus Emre ile başlayan bu anlayış bazı Bektaşi-Alevi şairlerinde son derece ileri götürülmüş, Tanrı’mn günah ve sevabı tartması konusu işlenirken, O’na, “Bakkal olmadığı halde teraziyle uğraşmasının gereksizliği” hatırlatılmıştır.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.