Fütüvvet Nedir?

Fütüvvet Nedir? Fütüvvet, Arapça feta sözünden gelir ve genç, yiğit delikanlı, mert kişi demektir. Fütüvvet, fedakarlık, feragat, mertlik adamlık, insanlık, bir kimsenin insani düşüncelerle başkalarının hak ve menfaatini kendisininkinden önde tutması, toplumun ve fertlerin kurtuluşu ve mutluluğu için kendini feda etmesi ile eş anlamdadır. Müslüman toplum içinde önce örgütsüz bir görünüm arzeden fütüvvet, Abbasi Halifesi Nasır LiDinillah zamanında örgütlenmiş, Halife kendisini böyle sayanları bir teşkilatla kendine bağlamış, fütüvvet şalvarı giyerek fütüvvet erbabının da reisi olmuştu. Fütüvvetin temelinde bulunan insanı sıfatlar giderek tasavvufi düşüncelerle de irtibatlandırılmış ve manevi hayatın da ideallerinden biri olmuştur. Fütüvvetin bir askeri bir de esnaf kolu vardır.

İmam Cafer Sadık, Feta, yani yiğit, Allaha inanan, kötülükten çekinen kişidir. Fütüvvet, yedirilmek için kazanılan yemektir. Elde edileni yoksalar harcamaktır. Doğru yolda, hayırda bulunmaktır. Kimseyi incitmemektir. demiştir.

Türk lslam tarihinde fütüvvet ahlakını belirten pekçok Fütüvvetname yazılmıştır. Kuşeyri risalesinde de fütüvvet için şöyle denilmektedir; Fütüvvet sahibi putu kıran kimsedir. Hakiki Feta, nefsinin heva ve hevesine karşı koyan kimsedir. Fütüvvet, insaf etmek, fakat insaf beklememektir. Fütüvvet, kulun sofrasında yemek yiyen veli ile kafir arasında fark görmemektir. Dostların ayıp ve kusurlarını gizli tutmak fütüvvetin gereğidir.

Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre;

Önceleri Horasan’da temerküz eden fütüvvet erbabı, Bağdad’ı merkez edinmiş, hatta Ayyar denen sivil askerler de fütüvvet yoluna girmişler, böylece fütüvvet Anadolu’ya, Suriye’ye ve Mısır’a yayılmıştı. Ibni Batuta Seyahat Namesi’nden, Manakıb’ul Arifin’den, Sultan Veled Divanı’ndan ve diğer kaynaklardan, Fütüvvet ehlinin, Anadolu’da ne kadar yaygın olduğunu anlamaktadır. Osmanoğulları devleti, fütüvvet ehline dayanarak kurulduğu gibi ilk fütühat devrinde de, Türkler arasında Alp Erenler adım alan ve fütüvvetin Seyfi, yani kılıçlı kolunu temsil eden gazilerin pek büyük bir rol oynadıktan muhakkaktır.

Fütüvvet ehliyle tasavvufçular arasındaki fark, zikir, tekke, giyim kuşam özelliği kabul etmeyiş ve halktan ayrılmayıştır. Fakat bundan daha önemli fark, fütüvvetçilerin, esnafı ve sanat erbabıyla zenaat ehlini teşkilatlandırmalarıdır. Yoksa, sufılerin tekkelerine karşı onlann da zaviyeleri vardır. Zaviyede mahfil denen geniş odalarda sohbet ederler, fütüvvet örflerini yerine getirirler, yerler, içerler, sema bile ederlerdi. Hatta 1bni Batuta, zaviyelerinde giydikleri, ucu yukarıdan kıvnlıp arkaya, iki omuz arasına yakın yere kadar düşen bir külahları olduğunu da söyler ki sonradan bu külah, yeniçeri üsküfü olmuştur. Onlar da fütüvvet silsilesini Hz. Muhammed’e ulaştırırlar. Ancak onlarda, tasavvufçuların bir kolunda olduğu gibi Ebu Bekr’e dayanan silsile yoktur. Bütün fütüvet ehli, Ali’yi baş sayar ve ahi denen fütüvvet şeyhlerinin silsileleri, mutlaka Ali’ye ulaştırılır. Onlara göre Ali’nin belini, Hz. Muhammed bağlamış, ona şalvar giydirmiştir. Bel bağlamak, yani şedd denen yün kuşağı, fütüvvet yoluna giren kişinin beline kuşatıp çözmek, ona şalvar giydirmek, içine tuz konmuş suyu içirmek, fütüvvet şiarıdır. Bu tuzlu su içmek geleneği, tuzun, ta Romalılar, Yunanlılar zamanından beri mukaddes sayılması, bereket ve olgunluk sembolü kabul edilmesi yüzünden olsa gerekir.

Kuşak bağlamanın, Zerdüştilikten geçtiği kanaatindeyiz; nitekim sufilerin giydikleri hırkanın aslını da bu dinde buluyoruz. Zerdüştilikte Kusti denen ve on ikişer iplikten meydana gelmiş altı parçanın örülmesiyle yapılan, bele üç kere dolandıktan sonra uçları aşağıya sarkacak kadar uzun olan kuşak, erkek çocuğa yedi yaşında, kızlara altı ile dokuz yaşları arasında, mübid denen Zertüşt rahibi tarafından kuşatılır. Beyaz bir koyunun, keçi veyahut devenin yününden örülmüş olan kustinin, önüne ve arkasına ikişer düğüm vurulur ki bu düğümler, Tanrı’nın varlığına, dinin gerçekliğine, Zerdüştün Tanrı tarafından gönderildiğine ve Zerdüştiliğin temeli olan iyi düşünce, iyi söz ve iyi işe işarettir. Aynı zamanda çocuğa, kısa kollu bir de gömlek giydirilir.

Tasavvuf ehlindeki hırka, bilhassa Mevlevilerdeki, tennure giyildikten sonra bele kuşatılan elifi nemed yani yünden yapılmış, Arap alfabesindeki elife benzeyen kuşak, Bektaşilerde, elin tek, dilin pek, belin berk tut öğütüyle bele kuşatılan ve o gün kesilmiş kurbanın yününden örülmüş olan tıygbend kılıç bağı, başka tarikatlerdeki kemer, bu törenden geçmiş olmalıdır.

Görülüyor ki silsile, hatta biraz da töre bakımından tasavvuf ehliyle fütüvvet ehlinin müşterek noktalan pek çoktur. Fakat dediğimiz gibi onları tasavvufçulardan ayıran nokta, zaviyede oturup riyazetle, zikirle ulaşmayı, vakıf malını yemeyi hoş görmeyip herkesin, mutlakabir iş, bir sanat sahibi olmasını, elinin emeğiyle geçinmesini çalışmasını,  temel bilmeleri ve ihvan, yani kardeşler arasında çok geniş bir yardımlaşmayı sağlamalarıdır.

Onlarca her iş ehlinin, her sanat erbabının bir piri vardır. Bu pirlerin bir kısmı, yaşamış kişilerdir, uğraştıktan, yahut uğraştıktan sanılan iş, o iş erbabına, o ereni pir kabul ettirmiştir. Bir kısmıysa uydurma kişilerdir; fakat her sanat ve hırfet ehlinin mutlaka bir piri vardır. Şehirlerde, ahi denen fütüvvet şeyhlerinin bağlı oldukları, bütün teşkilatın umumi reisi sayılan ahiye, şeyhlerin şeyhi anlamına şeyh’uş şüyûh denir ki buna çok defa Ahi Türk ve Ahi Baba da denir.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.