İnsanbilim (Antropo­loji) Nedir? Detaylı Bilgi

İnsanı inceleyen bilim dalı (antropo­loji de denir).

İnsanbilim terimi çeşitli anlamlar ta­şır. Biz burada, fiziksel insanbilimi, yani canlı varlık olarak insanın ince­lenmesini ele alacağız.

İskeletin incelenmesi, insanı, insansı maymunlardan ayırt eden özelliklerin bulunmasını sağladığı için büyük önem taşır. İnsanbilimciler, insanın öteki organları üstünde de dururlar. Saçlarm, deri pigmentlenmesinin, gözlerin, vb’nin incelenmesi, ırkların sınıflandırılmasını sağlar.

insan kafatası biçimleri

insan kafatasının biçimleri. Yüz açısı bakımından kafatası ortognat (A-çenekemiği, alın dibinin uzantısında bulunur) ve prognat (B- çenekemiği, ileri çıkıktır ve alnın uzantısı olan çizgiyle keskin bir açı oluşturur) olabilir.

Kafatası Ölçümünün Sağladığı Bilgiler

Bedenin çeşitli bölümlerinin büyüklüğü Eskiçağ’dan beri incelenmiştir. Mı­sırlılar, heykelci Polykleitos’u yetişti­ren Yunanlılar ve Romalılar, insan be­denini incelediler ve uyumlu bir bede­nin oranlarını ortaya koydular. Albert Dürer’in XVI. yy’da ve Gérard Andrian’ın XVII. yy’da bağlı kaldıkları bu estetik ilkelerin yerini, daha soma, in­san bedeninin gerçek oranlarının nes­nel incelenmesi aldı. Bilimsel antropometrinin kurucusu, XVIII. yy. sonun­da insan iskeletleri ve çeşitli ırklar­dan canlı insanlar üstünde ölçümler yapan İngiliz doğabilimcisi Charles White’tir. Antropometri, XIX. yy’da, ölçümler için en yararlı notları sap­tayan ve çeşitli yeni aygıtlar yapan Paul Broca’yla büyük bir gelişme gös­terdi. XIX. yy. sonunda, yüz binlerce birey üstünde yapılan çalışmalar sa­yesinde, antropometrinin istatistik de­ğeri arttı. Bu arada, Quetlet’nin, Topinard’ın, Bertülon’un, Biometrika (1902) dergisi kurucusu Pearson’m çalışmalarını da saymak gerekir. Ama ne yazık ki, bu alanda çeşitli yöntem­ler kullanılıyordu. Biyometrinin öteki dalları gibi antropometri de matema­tiğe gittikçe daha fazla bağımlı hale geldi, bu da eleştirilere yol açtı. Ka­fatası ölçümünde en fazla kafa göster­gesi kullanıldı. Bu gösterge, kafatası­nın genişliğinin uzunluğuna olan ora­nının yüzdeliğidir.

kafatası ve burun tipleriBu göstergenin değerine göre çeşitli kafatası tipleri birbirinden ayırt edi­lir: Dolikosefal kafatasları uzun ve dardır; brakisefal kafatasları kısa ve geniştir; mezosefal (ya da mezatisefal) kafataslarıysa bunların ikisi arasıdır. Ama yazık ki, bu tipleri belirleyen de­ğer, bilginlere göre değişiklik gösterir: Kafatasının mezosefal olması için ka­fa göstergesinin 75-80 arası olması (ya da 77,8 – 80 arası) gerektiği kabul edilir. Bundan ötürü dolikosefallerin kafa göstergesi 75’in ya da 77,8’in al­tındadır; brakisefallerinkiyse 80’in üstündedir.

Kafatası ölçümü göstergelerini ya da açılarını yorumlarken sakınganlıkla davranmak gerekir. Nitekim, dolikose­fal kimseler, kafa göstergeleri eşit ol­sa bile, kafataslarının büyüklüğüne ve küçüklüğüne bağlı olarak büyük farklılık gösterebilirler. Mezolitik çağdan bu yana, kafa göstergesinin, brakisefalleşmeyi gösterecek yönde arttığı belirlenmiştir. Ama daha sonraki bir tarihten bu yanaysa, brakisefalleşmenin tersine bir süreç gözlemlenmiştir.

İnsan Genetiği

Günümüzde insanbilimciler, yalnızca iskeletle uğraşmazlar; aynı zamanda, ağırlıkları önemli farklar gösteren kas sistemi ve beyin gibi bölümler üstün­de de dururlar. İnsan genetiği de in­celeme konusu olmaktadır.

Genetik açıdan Homo sapiens, çok tiplilik gösteren bir tür olarak ortaya çı­kar- Nitekim, insan türünü oluşturan ırkların farklılığı bunu açıkça göste­rir. Çok tipli türlerse, evrimi en hızlı olan türlerdir. Sözgelimi, brakisefalleşme ve yüzyılların ürünü olan boy artışı, genetik olaylardır, ama çevre­nin etkisine de bağlıdır. Genlerin sık­lığı, temel olarak kan gruplarına da­yanan bir ırk sınıflaması yapmak is­teyen W.C. Boyd tarafından kullanıl­mıştır. İnsandaki başka genler de in­celeme konusu olmuştur.

Sözgelimi, elin parmaklarının ikinci boğumunda tüy bitmesi, ırklara göre çeşitlilikler gösterir. Salgılayıcı denen bir gen, A ve B kan grupları antigenlerinin tükürükte bulunup bulunma­masını belirler. Bu gene, Amerika Kı­zılderililerinde sık sık rastlanır. Ama aynı gen, beyazlarda ve özellike zen­cilerde az rastlanan bir şeydir. Feniltiokarbamide gösterilen duyarlılık da, ırklara göre büyük ölçüde değişir.

Çevrenin Etkisi

Çevrenin insan üstünde belli bir etki­si vardır.

Çöl ve tropikal iklimler, insan gövde­sinin hacmi üstünde iki biçimde etki gösterir: Boy da dahil olmak üzere bü­tün ölçülerin küçülmesine ya da hac­min ve enlemesine ölçülerin azalma­sına, boyun uzamasına yol açar. Uzun boylu kara-Afrikalı ile küçük Eskimo arasında bu fark açıkça görülür. Be­denin yüzeyine oranla beden kütlesi­nin azalması, tropikal bölgelerin sıca­ğına dayanma olanağı yaratır. Yüksek ısı, ergenliğin daha küçük yaşta ger­çekleşmesine ve gelişimin hızlanması­na yol açar. Ayrıca, tropikal bölgeler­de asalaklar daha fazladır ve ılıman iklimlerde pek bilinmeyen uyku has­talığı gibi rahatsızlıklara yol açarlar. Toprağın bileşimi de insan üstünde et­ki gösterir: İyot yetersizliği guatra yol açabilir; kanın yenileşmesi için demir ve bakır gereklidir.

İnsanbilimciler, yaşama biçiminin, mesleğin, beslenmenin, giysilerin insanı etkilemesi üstünde de önemle du­rup, insanın uyarlanması sorununu bu biçimde ele aldılar. Karşılaştırmalı fizyoloji de önemli katkılarda bulun­du.

Temel metabolizma, yaşları, boyları ve ağırlıkları eşit olan kimselerde, ırk­larına göre değişiklik gösterir. Yucatan Mayalarının metabolizması, beyazlarınkinden %5-8 fazladır. Negrillerde (Afrika Pigmeleri) bu fazlalık %50’ye yükselir. Eskimolarm ve Ara- ukanların metabolizması da beyazla- rmkinden yüksektir. Buna karşılık, beyazların temel metabolizması, Avustralyalılarmkinden fazladır (% 20), Çinlilerinkinden (Benedict’in 1933’te ortaya koyduğu gibi), Filipin- lilerinkindenve Jamaika melezlerinin kinden de yüksektir. Bu farklılıkların nedeni,besinde, iklimde ve sinirselto- nus’ta aranmamalıdır. Farklar, Moğol ırkların metabolizmayı düşüren tiroyit yetersizliğinden ve Mayaların, metabolizmayı yükselten aşırı tiroyit et­kinliğinden ileri gelmektedir.

Sarı ırkın sidiğinin bileşimi beyazlarınkinden farklıdır; toplam azot mik­tarı beyazlarınkinden düşüktür (gün­de 6-12 grama karşı 15-18 gram); amonyak azotu yüzdesi de düşüktür ve çıkarılan klorür daha azdır. Buna karşılık, ürik asit oram yüksektir. Zen­cilerin, beyazların ve Polinezyalıların yaydığı koku, öteki ırklar tarafından fark edilen bir özellik ta­şır. Asyalı sarı ırk ve Amerika Kızılderilileri belli bir koku yaymazlar. Görme keskinliği üstünde de çok tar­tışılmıştır. Samoyedlerin, 30 km uzak­taki siyah-beyaz renkli atları seçebil­dikleri söylenir. Zencilerin görme kes­kinliğinin beyazlardan daha güçlü ol­duğu bir gerçektir. Bunun nedeni, göz­lerinin saydam tabakasının, billur cis­minin ve camsı cisminin daha saydam olmasıdır. Renkleri görme, Filipinlilerde ve yeşille maviyi karıştıran Papularda zayıftır. Dalton hastalığı olan­ların oram da ırklara göre değişir: Amerika Kızılderihlerinde %2; zenci­lerde %4; beyazlardaysa %8. Tiroyit bezlerinin işleyişi de farklar gösterir. Zencilerde böbreküstü bezi kabuğu­nun zayıf olması gibi, Moğollarda da tiroyit bezi zayıftır. Bazı insanbilim­ciler, bu bezlerin güçsüzlüğünden kaynaklanan hastalıkları göz önünde tutarak sarı ırkla zencilerin dış görü­nüşü arasında benzerlikler kurmaya yönelmişlerdir. Bu hastalıklar, sarı ırkta görülen miksödem ve Addison hastalıklarıdır. Ama böyle bir yakın­laştırma, aşırı bir görüştür.

Büyüme Ve Ergenlik

Büyüme de ilgi çekici bir olgudur. Be­yazlarda, yediyle on bir yaş arasında hızlı olan büyüme, sarı ırkta, doğum­la yedi yaş arasında ve on bir ile on beş yaş arasında hızlıdır. Bedenin bö­lümlerinin büyümesi de çeşitlilik gös­terir: İlk çocukluk yıllarında, zencile­rin alt üyeleri büyüdüğü halde, beyaz­ların belle baş arasındaki beden bö­lümü büyür. Beyazların yeni doğmuş çocukları, zenci ve san ırk çocukların­dan daha ağırdır. Zulularin köpekdişleri ve kesici dişleri, beyazlarınkinden daha önce çıkar; küçükazı dişleri için durum bunun tersidir. Birinci kabur­ga kıkırdağı zencilerde, beyazlarda ol­duğundan daha erken kireçleşir. Sı­cak bölgelerde yaşayanlar, soğuk bölgelerdekilere oranla ergenliğe daha çabuk varırlar. Nitekim ilk âdet gör­me, Kara Afrikalılarda on yaşında, Laponlardaysa on sekiz yaşında ger­çekleşir. Zenci ırklar, beyazlara oran­la daha doğurgandırlar. Erkek kadın oranı da ırklara göre değişir. Beyaz­larda, kadınlar erkeklere oranla biraz daha fazladır. Gerçi erkek çocuk do­ğumları daha fazladır, ama erkekler­de ölüm oram daha fazladır. Bismarck adaları Melanezyalılarında 100 kadına karşılık 161 erkek olduğu saptanmıştır. Oysa Amerika zencile­rinde, erkek oranı kadınlardan pek az yüksektir.

Irk Kavramı

Akdeniz havzasında oturanlar yolcu­luklar yapmaya başladıklarında, uzak bölgelerde değişik görünümlü insan­lar bulunduğunu gördüler. Eski Mısır­lıların, ırklar konusunda ilk ayrımla­rı yapanlar olduğu söylenebilir. Mısır­lılar, şu dört çeşit insan tipini ayırt et­mişlerdi: Kırmızıyla belirttikleri Rotlar, yani kendileri; Namular, ya­ni Asyalılar (sarı renkle belirtiliyor­du); siyahla resmedilmiş saçlarıyla ko­layca tanınan Naşular, yani zenciler; Kuzey Adamları ya da Tamahular (bunların Libyalılar olduğu sanılır). Denizciler, uzak ülkelerin halklarını anlatmışlardır; Hannon’un Negrillerle (Afrika Pigmeleri) karşılaştığım kesin­likle söyleyemeyiz, ama Pytheas, Gotları ve Hindistan’da oturan Ktelaları betimlemiş, belki de Veddalar olan Pigmelerden söz etmiştir. Yunanlılar arasmda Hippokrates, insanların farklılığım iklimle açıklamıştır. Herodotos, Afrikalı halkları kesin bir bi­çimde betimler ve zencileri, Habeşis­tanlılardan ayırt eder. Thukydides’in, Sezar’ın ve Tacitus’un yapıtlarında da bu tür betimlemelere rastlanır. 400 yılında Palladius, Seylan’da Veddaların bulunduğunu belirtir, ama da­ha ayrıntılı gezi yazıları, çok sonrala­rı, yani Ortaçağ Arap gezginleri tara­fından ortaya konacaktır.

Büyük keşifler çağında Avrupalılar, en uzak bölgelerde yaşayan halkları tamdılar. İspanyollar, 1521’de, Filipin Negritolarmı anlattılar. Hollandalılar XVII. yy’da Hotantoları ve Boşimanları tanıdılar, Valentyn, 1724’te, Papulardan söz etti. Ama özellikle Ame­rika Kızılderililerinin tanınması, insan­oğlunun kökeninin birliği konusunda ileri sürülen savı kuşkulu hale getir­di. Paracelsus (1529), Vanini (1616), La Peyrere (1655) kökenin çoğul oldu­ğunu ileri sürdüler. Buna, başta Hale (1677) olmak üzere birçok kim­se karşı çıktı. Daha XVII. yy’ın başın­da François Bernier adındaki Fransız gezgini, yeryüzündeki insan ırklarının çeşitlerini ilk olarak sınıflandırmaya girişti (1684) ve dört grubu birbirin­den ayırt etti: 1. Avrupalılar, Hintli­ler ve Amerika Kızılderilileri; 2. zen­cileri, Asyalılar; 4.Laponlar. Bundan sonraki yüzyılda, hayvanbilim siste­matiğinin babası İsveçli Linnaeus (1735), insanlara yeni bir sınıflandır­ma uyguladı. Ona göre insanlar, may­munlarla birlikte primatlar takımında sınıflandırılmış olarak Homo cinsi içinde yer alırlar. Bu cins iki türü kap­sar: Tam anlamıyla insan olan Homo sapiens ve insansımaymunlara denk düşen Homo sylvestris. Linnaeus’a gö­re, Homo sapiens ’in de altı çeşidi var­dır: Homo americanus (Amerika Kızılderilileri); europaeus (beyazlar); afer (zenciler); asiaticus (sarı ırk); ferus (sözgelimi, kurt-çocuk gibi “vahşi in­san”); monstruosus (anormal bireyler: Cüceler, devler gibi). Bu çeşitleri ta­nımlamak isteyen Linnaeus, fiziksel özelliklere ve törelere dayanır. Bilim­sel ırk kavramı, ancak Buffon’la orta­ya çıkmıştır.Bu bilgin, fizik özellikler­le belirlenen bir dizi insan tipi sapta­mıştır. Daha sonra birçok ırk sınıfla­ması yapıldığı görülür. Kant (1775), ilk olarak esmer bir ırkın ortaya çıktığı­nı ve ötekilerin, yani beyaz ırkın, kı­zıl ırkın (Amerika Kızılderilileri), zenci ırkın ve zeytin renkli ırkın (Asyalılar), bundan türediğini ileri sürer. Erxleben (1777), Linnaeus’un savını yeni­den ele alır ve lappo ırkıyla (bu, Bernier’yi akla getirmektedir) tartarus’u da ekler. Irk kavramı, günümüzde git­tikçe daha fazla tartışma konusu ya­pılmaktadır.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.