Fosil Nedir? Fosiller Nasıl Oluşur?

Fosil Nedir? Fosiller Nasıl Oluşur? Tortul topraklarda bulunan, insan, hayvan ve bitki kalıntısı.
Bir organizmanın fosilleşmesi için, her şeyden önce yıkıcı etmenlerin (suda erime, biyoloji ve atmosfer etkenleri) etkisi altında kalmaması ve bazı koruyucu koşullardan yararlanması gerekir. Bunlar özellikle toprağın içine gömülme ve özel koruyuculuğu olan ortamlarda kalmadır. Sözgelimi, buzul balçıkları, Sibirya’ daki mamutların, kendi kanlarıyla serum tepkilerinin yapılabileceği kadar iyi durumda kalmalarına olanak vermiştir.

Paleyosen’den (-65’ten -55 milyon yıla kadar) kalma bir fosil balık.

Paleyosen’den (-65’ten -55 milyon yıla kadar) kalma bir fosil balık.

 

Bir çeşit reçine fosili olan kehribar, Üçüncü Zaman’da yaşamış olan böcek ve örümcekleri koruduğundan, bu hayvanların morfolojileri, kesin bir biçimde incelenebilmiştir. Kalker (kireçtaşı) gibi çok koruyucu çökeltilerdeki fosilleşme sayesinde, dinozorların derileri ve arkeopteriksin tüyleri, günümüze kadar hemen hemen hiç bozulmadan gelmiştir. Aynı biçimde, yanardağ külleri, turbalar, kalseduan (kadıköytaşı) da organik artıkları iyi halde korumaya elverişlidir.

Bir Canlının Fosilleşmesi Nasıl Gerçekleşir?

Demek ki, bir canlının fosilleşmesi, geniş çapta yaşam yerine bağlıdır; sayısız örnekleri bulunmuş olan bir tür, aslında, yaşam ortamı fosilleşmeye daha az elverişli olan bir başka türden daha az yayılmış olabilir. Bu olgu, saçakyüzgeçlilerden Coelacanthus ve tekçenetlilere (Monoplacophora) bağlı yumuşakçalar gibi fosil kalıntıları on ya da yüzlerçe milyon yıl süresince görülmeyen grupların, günümüzde yaşamasıyla doğrulanmıştır.

Fosilleşmiş eğreltiotu yapraklarının izi.

Fosilleşmiş eğreltiotu yapraklarının izi.

Epijeni

Doğal olarak organizmaların yal-nızca sert bölümleri (diyatomelerin, yumuşakçaların ve derisidikenlilerin kabukları; omurgalıların iskeletleri ve dişleri; eklembacaklıların kitini, bitkilerin selülozu) korunur. Ama, bu tür kalıntılar, en iyi koşullarda bile, genellikle birtakım kimyasal değişikliklere uğrarlar. Su iskeletin içine sızar, organik maddelerin tahrip olmasıyla da yerlerini suda çözünmüş maddeler alır. Bazen fosilleşen madde, molekül molekül, organik kalıntıların yerine geçer. Bu olaya psödomorfoz ya da epijeni denir. Bitkilerin kömürleşmesi de böyle olur. Bu olay sırasında bitkisel madde tıkız ya da toz halinde kömüre dönüşür, Silis de bitkileri fosilleştirir. Autun ve Arizona’nın silisleşmiş ormanları buna en iyi örnektir. Demir piritinin ammonitlerin kabuğunda birikmesi de epijenidir.

Paleoekoloji

Fosilleşmenin bazen yumuşakça kabuklarının ya da bitki parçalarının iç ya da dış yüzeylerinin izlerine indirgendiği görülür.

Dinozorların ya da memelilerin ayak izleri, trilobitlerin izleri, pençe ya da diş izleri, dışkı fosilleri (koprolitler) günümüze kadar olağanüstü bir fosilleşme sayesinde gelmiştir. Bu tür bulgular, fosil yaratıkların içinde bulundukları ortamlardaki yaşam biçimleriyle ilgili birbilimolan paleoekolojinin temellerinin atılmasına olanak vermiştir. Belli bir yerde, tortul bir arazinin jeoloji ve paleontoloji özelliklerinin tümüne göre saptanan fasiyes kavramı da böyle ortaya çıkmıştır. Böylece, akarsu, göl, deniz, vb. fasiyesleri ayırt edilir. Fasiyes fosili diye adlandırılan bazı fosiller belli bir fasiyesin özelliklerini taşırlar: Rudistler, bir resif fasiyesini, planorbisler bir göl fasiyesini, midyeler akarsu ağızlarına ilişkin bir fasiyesi belirtirler. Buna karşılık, kısa bir jeoloji süresince varolmuş olan, ama geniş bir coğrafi dağılım gösterdikleri için bir paleontoloji katmanını saptama olanağı veren
lerine, stratigrafi fosilleri denir. Sözgelimi, nümülitler Nümülitik’i; graptolitler Silüriyen’i, bazı kolsuayaklılar da Devonyen’i belirtirler.

MÜZELERİN BÜYÜK FOSİLLERİ

Doğa tarihi müzelerindeki büyük omurgalı fosillerin sergilenmesi kolayca gerçekleştirilemez. Uzmanlar, fosillerin kemiklerini tamamladıktan sonra onları vidalar, demir çubuklar, küçük tahtalar kullanarak bir araya toplamak zorundadırlar.

Paleontoloji uzmanlan ortadan kalkmış bir türe gerçek görünümünü verebilmek için birçok ilkeden yararlanırlar. Bunlardan ilki, Geoffroy Saint-Hilaire’in ortaya attığı yapı planı birliği ilkesidir. Buna göre, aynı bir sistematik gruba dahil olan hayvanlar, aynı organları taşırlar; bazı organlar irileşebilir, körelebilir ya da ortadan kalkabilir, ama hiçbiri yer değiştirmez. Cuvier’in ortaya attığı “organlar arasındaki ilişki” ilkesi de, aynı hayvanın organlarının birbirleriyle uyarlanmış olduğunu ileri sürer. Sözgelimi, midenin yapısı, dişlerin, çenelerin, baş iskeletinin, vb’nin yapısını da etkiler.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.