Gerçeküstücülük Nedir?

Gerçeküstücülük Nedir? XX. yy’ın ilk yarısında, etkisiyle, uluslararası yaygınlığıyla, başkaldırma tutumuyla, şiirsel ideali ve sayısız nitelikleriyle, en atılgan öncü araştırmalara dayanan yapıtlarıyla dikkati çeken akım.

GERÇEKÜSTÜCÜ “ŞEY”

Gerçeküstücülük (sürrealizm) sözcüğü,1917’de sahnelenen Les Mamelles deTiresias (Tiresias’ın Memeleri) adlı oyunu dolayısıyla ilk olarak Apollinaire tarafından kullanıldı. Ama gerçeküstücülük olgusu her zaman varolagelmiş bir gerçekti. Aklın denetiminden sıyrılmaya dayanan bu tutum, aralarında ilişki yok gibi görünen çelişik gerçekler arasında yakınlaştırmalar ve hatta benzerlikler ortaya çıkararak bir araştırma ve bilgi aracı haline geliyordu. Akımın “ataları”nı, gerçeküstücülerin kendileri belirlemişlerdi: Ortaçağ’ın yergi oyunlarının adı bilinmez yazarları, İngiliz kara-romanı, Sade, Nerval, Alman romantikleri, Rimbaud, Corbiere, Baudelaire. Raymond Roussel, jarry, Saint-Pol-Roux; Lautfeamont.Bu şiirsel çerçeveye, gerçeküstücülerin önce freudçulukta ve daha sonra da freudçuluktan vazgeçmeksizin, marxçılıkta ve hegelcilikte buldukları felsefi çerçeve eklendi.

Roberto Matta’nın Kim Kimdir adlı yapıtı.

Öte yandan, bazı kimseler, gerçeküstücü anlayış üstünde kesin etki yapmışlardı: Ressam Marcel Duchamp, Francis Picabia, Giorgio De Chirico; ozan Guillaume Apollinaire, Pierre Reverdy ve özellikle acı alaylarıyla tanınan Arthur Cravan ve “her şeyin tiyatrovari bir saçmalık” olduğunu ileri süren ve 1919’da intihar eden Jacques Vache gibi “yaşamda ozan” olan kimseler.

DADA VE “EDEBİYAT”

Tristan Tzara 1916’da Zürih’te, uygarlığın iflasını sert bir biçimde ileri süren ve sanat ile düşünceyi yıkıcılığın hizmetine veren dada akımını kurdu. Çağlarının anlamsızlığından ve savaştan etkilenen birçok genç aydın, bu akımın amaçları çevresinde toplandı. Ama birkaç yıl geçince, dadacıların eylemi yetersiz duruma
geldi. 1917’de dadacılığa ilgi duyan Breton, 1922’de Tzara’dan ayrıldı, dadacılığın öldüğünü söyledi ve bu akımın “geçici istekleri’ni eleştirdi. Ama tam anlamıyla gerçeküstücü etkinlik, alaycı bir tutumla Litterature (Edebiyat) diye adlandırılan ve 1919’da kurulan dergiyle (ilk dizi, 1919-1921; ikinci dizi, 1923-1924) başladı. Andre Breton, Louis Aragon ve Philippe Soupault’nun yönettiği bu dergi sayesinde insanoğluna o güne kadar kapalı kalmış alanlara ilişkin bilgiyi sağlayabilecek olan düzenli bir araştırma başlatıldı. Bu alanlar, mantık dünyasının yıktığı ya da yıktığını sandığı bilinçdışı, düş ve olağandışıydı. Litterature’de 1920 yılında Breton ve Soupault’nun bir-likte yazdıkları ilk otomatik metin olan Les Champs magnetiques’le (Mıknatıslı Alanlar) birlikte ortaklaşa araştırmalar yapmak, ipnotizma uykularına, “sesli düşünce” üstüne deneylere girişmek ve Freud’ un yapıtlarını incelemek üzere yavaş yavaş bir topluluk oluştu. Böylece gerçeküstücü serüven başladı ve buna, Paul Eluard, Benjamin Peret, Robert Desnos, Jacques Baron, Roger Vitrac, Rene Crevel, Antonin Artaud, Michel Leiris, Georges Limbour ve ressamlardan Max Ernst, Andre Masson,Yves Tanguy katıldı. Tutkulu istekleriyle, kişiliğinin etkisi ve çekiciliğiyle, öğretisi konusunda hiçbir ödün vermemesiyle Andre Beton, daha başlangıçta akımın önderi ve canlandırıcısı oldu. Breton şu ünlü çağrısını yapıyordu: “Her şeyi bırakın. Dadayı bırakın. Karınızı da, sevgilinizi de bırakın. Umutlarınızı da, korkularınızı da bırakın. Çocuklarınızı bir orman köşesine atın. Elde ettiğinizi, karanlık için bırakın. Gerekiyorsa, rahat bir yaşamı ve parlak gelecek diye size sunulanı da bırakın. Ve yollara düşün.” Gerçeküstücü topluluk, Miro’nun, Man Ray’in, Queneau’nun, Prevert’in katılmasıyla genişledi ve yayınlar birbirini izledi: Paul Eluard’ın Les Necessites de la vie et les Consequences de reves’i (Yaşamın Gerçeklikleri ve Düşlerin Sonuçları, 1921); Benjamin Peret’nin Le Passager du Transatlantique’i (Transatlantik Yolcusu, 1921); Bre- ton’un Çlair de Terre’i (Dünya Işığı, 1922) ; Eluard’ın Mourir de ne pas mourir’i (Ölmemekten Ölmek, 1924); Aragon’un Une vague de reve’i (Bir Düş Dalgası, 1924); Robert Desnos’un Deuil pour Deuil u (Matem İçin Matem, 1924); Rene Crevel’in Mon corpset moi’sıjBedenim ve Ben,1925).

” GERÇEKÜSTÜCÜ DEVRİM”

Andre Breton, 1924’te Manifeste du Surrealisme’i (Gerçeküstücülüğün Bildirisi) yayımladı (bunun ardından, 1930, 1942 ve 1953’te üç bildiri daha yayımladı). Alt başlığı “Yeni Bir İnsan Haklan Bildirisine Ulaşmak Gerekiyor” olan La Revolution sürrealiste (Gerçeküstücü Devrim) dergisinin ilk sayısı da aynı yıl yayımlandı.
Araştırma alanları çoğalıyordu: Düş yazılarının, özgür düşünme ve sözcük çağrışımlarının ardından, ipno
tizma uykuları, Max Ernst’in sürtmeleri (frotaj) ve özellikle “sesli düşünce” ya da “düşünce yazısı” denilen otomatik yazı geldi. Bu sonuncu teknik, akla art arda gelen ve hiçbir değişikliğe uğratılmayan tümcelerin, denetleme kaygısı da güdülmeden, olduğu gbi yazıya geçirilmesini sağladı. Bunları yazanlar, “alçakgönüllü kayıt araçları” durumuna gelmiş oluyorlardı. Üstelik Breton, gerçeküstücü ozanları, yalnızca bu tür yazıyı yazmaya ve elde edilen metin üstünde hiçbir düzeltme yapmamaya ısrarla çağırıyordu.

İNSANI VE DİLİ ÖZGÜRLEŞTİRMEK

Breton, 1924 Bildirisi’nde gerçeküstücülüğü, inanmışlardan oluşan bir topluluk olarak değil (oysa, aslında
böyle bir durum söz konusuydu) “düşüncenin gerçekişleyişi’ni ortaya koyarak insanı içinde bulunduğu uyuşukluktan kurtaracak bir “ruhsal otomatizm” olarak tanımlar. “Yaşama ve onun eğreti yanlarına inanıldıkça, gerçek yaşam kendini kavrar ve bu inanç yitip giter.Yazgısından her gün biraz daha hoşnutsuzluk duyan insanoğlu, düş kurmaktan sıyrılamayan bu yaratık, gevşekliğinin ya da çabasının; evet hemen her zaman çabasının (çünkü çalışmaya razı olmuş ya da en azından şansım – o şans dediği şeyi!- denemekten tiksinti duymamıştır) kendisine sunduğu ve kullanmak zorunda kaldığı nesnelere sıkıntıyla göz gezdirir. Payına düşen büyük bir alçakgönüllülüktür şimdi: Hangi kadınları elde ettiğini, hangi gülünç serüvenlere daldığını bilir; zenginliği ya da yoksulluğu önemsiz değildir onun için ve bu konuda yeni doğmuş bir çocuk gibidir; ahlaksal bilincinin onama-sına gelince, bunu kolayca bir yana bırakır bence.” İnsana, bütün insanlara, kendi varlıklarını keşfetme; varlığı ve yaşamı felce uğratan yasaklamaları bir yana atma araçlarını vermek amacını güden Gerçeküstücülüğün Bildirisi bu sözlerle başlar. Kişiliğin özgürleştirilmesinin koşulu dilin özgürleştirilmesidir artık.
Andre Breton şunları da yazar: “Sözcükler oyundan vazgeçtiler. Sözcükler aşk yapıyor. Özgür ve kaçınılmaz ilişkileri (ozan, buna boyun eğmelidir), onları, başlangıçta ne iseler yine o yapıyor, enerji kaynağı haline getiriyor.” Dilin bu özgürleştirilmesine, gerçeküstücülüğün “kesinlikle özgürleşirmeyi” istediği hayalgücünün özgürleştirilmesi de bağlıdır. En güçlü imge,“en keyfi olan imgedir” Bu, birçok sonucu olan bir anlayıştır. “Bazı imgelerde, bir deprem başlangıcı vardır.” Bu hedeflere varmak için gerçeküstücülüğün, alışılagelmiş “edebiyat” yordamlarını bırakması gerekiyordu.

DÜŞÜNME DÖNEMİ

“Gerçeküstücü Araştırmalar Bürosu”nu kuran topluluk başlangıçta, gerçekleştirdiği keşiflerin coşkusu içindeydi ve başkaldırısını, sert bildiriler ve yergilerle dile getiriyordu. Anatole France’ın anısının “defterini dürmek” için ölümünden sonra yayımlanan Un cadavre (Bir Ceset, 1924) bunların örneklerinden biridir. Bu “skandal dolu” davranışın ardından başkaları geldi (Closerie des Lilas kavgası, Claudel’e açık mektup, vb.). Bilinçdışının irdelenmesinin ağır bastığı bu yoğun etkinliklerin ardından (1924-1925), yeni estetik ve felsefe değerlerini toplumsal gerçekliğe ve insan tarihine aktarma zorunluluğundan doğan bir düşünme dönemi geldi. Artık düş ile gerçekliği değil, şiir ile eylemi uzlaştırmak isteyen gerçeküstücüler, Rif savaşı (1924- 1926) dolayısıyle, marxçı olduklarını söyleyen topluluklara ve özellikle 1925’te Clarte (Aydınlık) dergisini çıkaranlara yaklaştılar.
Öte yandan, Andre Breton, Troçki’ nin görüşlerine ilgi duyuyordu. Eluard, Aragon, Peret, Unick, Breton’la birlikte Fransız Komünist Partisine girdiler ve bu, topluluk içinde bir bunalıma yol açtı. Gerçeküstücülü-ğün siyasal bir bağlanmaya girme-sine karşı olanlar (Artaud, Vitrac, Soupault), akımdan ayrıldılar (1927). Ama Breton, büyük bir güçle, topluluğun birliğini korudu. 1928-1929 yılları arasında Breton’un Nadja adlı anlatısı ile Le Surrealisme et la Peinture (Gerçeküstücülük ve Resim) adlı yapıtı, Aragon’un da Traite du sfyle’i (Üslup İncelemesi) yayımlandı. Gerçeküstücülüğün İkinci Bildirisi, akımın temel ilkelerini yeniden ortaya koydu ve gerçeküstücü hedefleri yeniden belirledi. Breton şöyle diyordu: “Yaşam ile ölümün, gerçek ile hayalgücü dünyasının, geçmiş ile geleceğin, iletilebilen ile iletilemeyenin, yüksek ile alçağın çelişkili olarak algılanmaktan kurtulduğu bir düşünme noktasının bulunduğundan kuşku duyulamaz. Gerçeküstücü etkinli-ğe, bu noktanın belirlenmesi umudundan başka bir model aramaya kalkmak, boş bir çabadır.”

ZAFER DÖNEMİ

1930’da yeni bir dergi (Le Surrealisme au service de la revolution [Devrimin Hizmetinde Gerçeküstücülük ]) kurulduğu sırada, yeni bir bunalım baş gösterdi; Desnos, Pre- vert, Leiris, Queneau topluluktan atıldı ve sert bir yergi yayımlandı. Bunun da adı Un cadavre’dı (Bir Ceset), ama yergi yazısı bu kez Breton’u hedef alıyordu.
Breton artık, kendi gücünü kendin-den alan bir sanattan yana olduğunu ileri sürüyordu. Akıma yeni katılmalar oldu: Rene Char, Louis Bunuel, Salvador Dali.Akım, giderek uluslararası nitelik kazandı; Çekoslovakya’ da, İsviçre’de, İngiltere’de, Japonya’ da, vb. gerçeküstücü topluluklar ortaya çıktı. Fransa’da 1938’de, Güzel Sanatlar galerisinde, on dört ülkenin temsilcilerini bir araya getiren uluslararası gerçeküstücülük sergisi açıldı.*Bu, İkinci Dünya savaşından önce, gerçeküstücülüğün son önemli gösterisiydi ve akımın doruk noktasını oluşturuyordu. Ayrıca Breton, en güzel kitaplarını 1928-1938 arasında yazmıştı. Gerçeküstücülük, bu birlik ve başarısına bir daha hiçbir zaman kavuşamadı.

Gerçekten de, 1945’ten sonra, Breton’ un gerçeküstücü topluluk arasına kattığı birçok gencin ürünlerinde bir yozlaşma görüldü. Breton, Prolegomenes â un troisieme manifeste’te (Bir Üçüncü Bildiriye Giriş, 1942), “Altın Post’u bulmaya herkes tek başına gidecek,” diye yazmıştı. Ama kendisi de, Arcane 17 (1945) ve Ode â Charles Fourier’den (Charles Fourier’ye Od) sonra son bir bildiri (Du surrealisme en ses oeuvres vives
[Yaşayan Yapıtlarında Gerçeküstücülük, 1953]) dışında yeni hiçbir şey verememişti.

DEVRİMCİ YÖNELİŞ

1938’de Eluard gerçeküstücülükten ayrıldı ve 1933’te atılmış olduğu Komünist Partisine 1944’te yeniden girdi.
Breton,A.B.D ‘ne gitti ve kuramsal çalışmalarını orada sürdürdü. Bundan sonra gerçeküstücülük, 1946’da Paris’e dönen ve genç ozanlarla ressamları çevresinde toplayan Breton’un etkinliğinden öteye gidemedi. Akım, sanatsal ve günlük yaşamı etkilemeyi sürdürdü (dekorasyon, afiş, vitrin), ama “artakalmış bir şey” gibi görünüyordu artık. Bundan dolayı gerçeküstücülüğün, tarihsel açıdan 1919 ile 1939 arasında yer aldığını söylemek gerekir. Gerçeküstücülük edebiyat, sinema, resim, fotoğraf (müzik söz konusu değildi) dillerinin sorunlarını çözmeye yöneldiği gibi, “yaşamın başlıca sorunlarını” da çözmeye yönelmişti. Ayrıca, yeni bir yaşama biçimi olarak da kendini göstermişti.

Felsefesi, doğru ve yanlışın, düş ve gerçekliğin, şiir ve eylemin, akıl ve deliliğin geleneksel kategorilerini irdeleyip eleştirmiş; bu baskı yapıcı ve keyfi sınırlamaları yıkmaya yönelmişti. “Zekânın bozguna uğratılması” ve görünüşteki çelişkiler üstünde, iletişim ve özgürlüğe dayanan yeni bir görme ve eyleme geçme biçimi kurmuştu. “Salt özgürlük sözcüğü, beni hâlâ coşturan şeydir,” diyordu Breton. Bundan dolayı, gerçeküstücülükte devrimci bir yöneliş bulunması doğaldı.

GERÇEKÜSTÜCÜ SANAT

İkinci Dünya savaşından sonraki yılların kültür çevresi içinde gerçeküstücülük, çağdaş duyarlığı derinlemesine etkileyen bir düşünce akımı olarak ortaya çıktı.

SANAT İLE YAŞAM ARASINDAKİ SINIRLARIN KALDIRILMASI

Gerçeküstücülük akımına katılmış ve hem başarılarının, hem de ünlerinin ötesinde özce gerçeküstücü olarak kalmış ressamların (Miro, Max Ernst ya da jean Arp) yapıtlarının günümüzde beğenilmesi, somut yaşamın bireysel ve ortaklaşa bir deneyden geçirilmesi olarak ,gerçeküstücüğün, “sanat yapıtı”na alışılagelmiş biçimde uygulanan estetik ölçütleri kökten reddettiğini unutturmaya yönelir. Gerçeküstücülerin “sanat ile yaşam arasındaki sınırları kaldırma” isteği, kendinde ele alındığında, yeni bir olay değildir; ama bu isteği dile getirirken kullandıkları terimler ve eylemlerin doğrultusu, tam anlamıyla özgün bir düşünceler ve deneyimler öbeği oluşturur.

HERKESİN ÜRÜNÜ OLAN RESİM

Sanat yapıtına ilişkin geleneksel değerlerin olumsuzlanması, Max Ernst tarafından 1925’te ortaya konan sürtme (frotaj) tekniğinde ve yine aynı sanatçının çıkartma (dekal- komani) tekniğinde (bunu en geniş olarak Oscar Dominguez [1906-1957] kullanılmıştır) açıkça görülür. 1925’ te bir “araştırmalar merkezi” kuran gerçeküstücüler, sıradan dile baş^ vurmaksızın ve yazı ya da “yapıt” yaratmak için tek başına kalmak durumuna düşmeksizin iletişim araçlarını birlikte ortaya koymaya çalıştılar. Şiirsel işleme ve ortaya koymanın zihinsel sürecinin sorguya çekilmesinin içinde ressamlar (ya da heykelciler) ile ozanlar arasındaki geleneksel farklılık ortadan kalkmaya yönelir ve çeşitli sanat “dallarının” kaynakları, çok daha geniş bir şiirsel eylem içinde özdeş bir rol oynamak üzere birleşir. Bu şiirsel eylem, imgenin gücüyle, gerçeğin görünürde sınırlı olan alanını irdeler; bunu, gerçeğe ilişkin ve genellikle görünenle görünmeyen arasında akılcı bir biçimde bölünmüş olan bilgimizi, görüneni görünmeyene ve görünmeyeni görünene karşı kullanabilme gücünü haklı olarak edinmiş imge ya da nesnenin tedirgin etmesi ve sınamadan geçirmesi gereken noktada yapar.

DÜŞTE GÖRÜNENLER

Bu bakış açısından, Breton’un daha 1924’te “düşte görünen nesnelerin” gerçekleştirilmesi ve ortaya sürülmesi gerektiği konusundaki düşüncesi bir “nesneleştirme iradesi’nden kaynaklanır ve gerçeküstücülük buna, simgesel işleyişli ilk nesneleri de (bunlar, 1931’de Dali tarafından ortaya konmuştur),daha başka nesneleri de (doğal, rasgele bulunmuş, yorumlanmış nesneler ve Marcel Duchamp’ın readymade’leri) katacaktır. Breton’a göre bunlar, gerçekten bir “şiir fiziği” kurma gereğini yanıtlamak görevini yerine getireceklerdir. Başka bir deyişle, tablo ya da daha geniş anlamda plastik yapıt, gerçeküstücülüğün gereklerini yanıtlamak için “tamı tamına katışıksız bir içsel modele uyacak ya da ortaya çık-mayacaktır” (Breton). Bütün ressamlardan belki de en gerçeküstücüsü olan Yves Tanguy (1900-1955) kadar bu modele uyan pek az ressam vardır. Aynı model, Andre Masson’un evreninin “anatomik” temellerinin, Rene Magritte’in (1898-1967) “doğrulama” titizliğinin ve sabrının, Matta’nın zihinsel reflekslerinin hızının, Victor Brauner’in (1903-1966) simgesel anlatımının, Wifredo Lam’ın trajik dilinin ya da Hans Bellmer’in (1902- tedirgin edici ve büyüleyici yapıtının ana merkezidir. Gerçeküstücülüğün sanatsal bakış açısı içinde jean Benoit, Toyen, Dorothea Tanning, Gerber, Sanchez, Camacho, Cardenas ve Tovar tarafından ortaya konan yapıtların çokluğu, gerçeküstücü yönelişin tarihsel açıdan sona ermiş olduğunu ileri sürmemize elvermemektedir.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.