Evrim Nedir? Kanıtları Nelerdir?

Evrim, canlı varlıkların Yer’in tarihi süre­since geçirdikleri dönüşümlerin tümü.

Eskiçağ’daki bazı araştırmacılar evrim olgusunu sezinlemişler, Empedokles, Aristoteles, Lucretius ve Ovi- dius, bu olgudan dolaylı olarak söz etmişlerdi. Daha sonra, büyük oranda fosillerin ortaya çıkarılma­sına bağlı olduğu için, evrim düşün­cesi paleontolojinin gelişmesine koşut olarak ilerledi. Bununla bir­likte evrimcilik düşüncesi XVIII. yy’ da bile tam olarak benimsenmemişti: Buffon bu düşünceyi desteklerken, Cuvier karşı çıkmaktaydı. Ama, 1809’da Lamarck, Philosophie zoologique (Hayvanbilim Felsefesi) adlı yapıtını yayımlayarak, ilk kez gerçek bir evrim kuramını ortaya atmış oldu. Kuramı, özü bakımından, bir organın kullanılmasının onu geliştir­diği, kullanılmayan bir organınsa zamanla körelmeye uğradığı görü­şüne dayanıyordu. Ama, Lamarck bir bireyin yaşamı boyunca bu süreçle kazandığı özelliklerin kalıtımsal hale geldiğini de vurgulamıştı.

1859’da İngiliz biyoloji bilgini Char­les Darwin Türlerin Kökeni (On the Origin of Species by Means of Natural Selection, 1859) adlı yapıtında doğal ayıklanmaya dayalı başka bir kuram ortaya attı. Değşinim olayı­nın bulunmasıysa, evrim konusunda savlarda yeni bir çığır açtı. Burada, canlı bir türün görünümünde apansız ve kalıtımsal değişiklikler söz konusudur. Günümüzde, başlıca temsilcilerinden birinin jacques Monod olduğu yeni- darvvinciler, darvvincilikle değşinimciliği bağdaştırmaya çalışmaktadır­lar; onlara göre, raslantının sonucu olan değşinimler, evrimin tek itici gücüdür. Buna karşılık, Pierre Paul Grasse gibi bazı başka biyoloji bil­ginleri de yeni genler edinilmesinin evrimin başlıca koşulu olduğunu ileri sürmektedirler.

Evrimin Kanıtları

Günümüzde de evrimciliğe (ya da dönüşümcülük) karşı çıkanlar var­dır. Sözgelimi, özgünlükten hoşlanan bazı yazar ya da uzmanlar, evrim olayının yerine, dünyaya dışardan gelen varlıkların müdahalesini ya da az çok fantastik olayları koymak istemekte­dirler.

Bununla birlikte, birçok bilim dalı, evrimle ilgili çok sayıda inandırıcı kanıt ortaya koymuştur. Söz konusu bilimlerin başlıcası, çeşitli jeoloji devirlerinde, günümüzde yok olmuş cinslerin yaşadığını gösteren paleon­tolojidir. Bazı durumlarda, fosiller çok olduğunda, bir soyun evrimini izlemek olanaklıdır. Öte yandan, genetik bilimi de, değşinimlerin varlı­ğını göstermekte, böylece canlı var­lıkların büyük değişkenliğini kanıtlamaktadır.

Embriyobilim de, aynı biçimde, evri­min var olduğunu gösteren kanıtlar getirmektedir. Gerçekten, hayvanla­rın, gelişmeleri sırasında, daha yalın, aynı zamanda da daha eski cinsleri çağrıştıran evrelerden geçtikleri göz­lenmektedir. Sözgelimi, denizde yaşayan bir eklembacaklı olan limulusun kurtçuğu, Birinci Zaman’daki trilobitlerin görünümündedir. İnsan embriyosunun dolaşım sistemi balık- larınkine benzer. Amazon bölgesinde yaşayan ve tavuksu bir kuş olan tepeli tavuğun gençken, arkeopteriksinkilere benzeyen tırnaklı kanatları vardır. Alman biyoloji bilgini Haec- kel, bu konuda, temel biyogenetik yasa adı verilen ve bireyoluşun soyoluşu yinelediğini öngören bir yasa ortaya koymuştur. Ama, bu yasayı çok fazla genelleştirmemek gerekir.

Edinilen Özelliklerin Kalıtımsallığı Sorunu

Lamarck, edinilen özelliklerin kalı­tımsal olduğuna inanıyordu; oysa, modern genetiğin bütün verileri buna karşı çıkmaktadır. Kaba bir örnek vermek gerekirse, yaşam boyunca edinilen özellikler aktarılabilir olsaydı, bisiklet yarışçılarının, doğuşlarından başlayarak kaslı bacakları olan çocukları olması gere­kirdi. Bu tür örneklerden ötürü, edini­len özelliklerin kalıtımsal olup olmadıkları sorunu, yıllardır çeşitli tartışmalara yol açmıştır (hâlâ da açmaktadır).

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.