Mağara Nedir? Oluşumu ve Türkiye’deki Mağaralar

Mağara, bir yamaca ya da bir kaya içine doğ­ru ilerleyen doğal yer kovuğu. Yeraltmdaki büyük boşluk sistemleri olan mağaralar genellikle kireçtaşı yapılı kayaçlar içinde görülürler. Ki­reçtaşı yapılı bir alanda karbonik asitli sızma sularının, kayacı derinlemeşine eriterek açtığı boşluklar birbirleriyle birleşip büyük mağara sis­temlerini oluştururlar. Andezit, bazalt gibi volkanik kayaçlar içinde de ma­ğaralara Taslanabilir ama bunların yayılma alanı sınırlıdır.

Sızma sularının oluşturdukları akış ağı, kireçtaşı kütlelerinin tabaka eği­mini izler. Erime sonucu oluşan oyuk genişler ve bazen tavanın çökmesine neden olur. Oyuk yüzeye yakm oldu­ğunda, bu tür bir çökme düden oluş­masına yol açar. Su hep inme eğili­minde olduğundan, bir dehlizler siste­mi kazdıktan ve boşaltma yolları gide­rek tıkandığında yeraltı su örtüleri oluşturduktan sonra, çatlaklardan ve kırıklardan sızmaya başlar; böylece yeni bir eritme süreciyle, birinci deh­lizler sisteminin altında ikinci bir sis­tem gelişir. Belli bir noktadan sonra su, üst ağı boşaltır. Bölgelere, kireçtaşının sertliğine ve gözenekliliğine bağlı olarak, onlarca kilometre uzun­luğunda ağlar içeren, kat kat oyuklar ortaya çıkabilir.

Buzulların gerilediği dönemlerde, sel sularının güçlü etkinliği, var olan oyuklarda köklü değişiklikler yarattı ve buralarda çökebilecek tortullar sü­pürüldü, daha doğrusu “yıkandı”. Gü­nümüzde mağaralar etkin haldedir: Duvarlarda sellenmeler olur; kalın ve ince örtü halinde ya da sütun biçimin­de kalsit çökeltileri oluşur. Bazı mağaralarda salonlar, galeriler, yeraltı dereleri, şelaleler ve göller bulunabi­lir; içleri tavandan sarkan sarkıtlar ve tabandan yükselen dikitlerle do­nanmıştır; bu oluşumlar doğanın bin­lerce yılda oluşturduğu “doğa harika­ları” olarak nitelenir.

Mağaranın oluşturduğu doğal sığmak Tarih öncesi insanının ilgisini çekmiş­ti. Daha değişik bir konuta geçmeden önce ilk insanlar bir süre mağaralar­da yaşadılar. Donma ve çözülme olay­ları duvarları ve tavanları küçük lev­halar ya da iri kütleler halinde çatla insanın buraları sığınak olarak kullanmasına son verdi. Daha sonra, başka insanlar eskisinden daha yük­sek bir zemine yerleştiler. Boş taba­kalarla birbirlerinden ayrılmış olsun ya da olmasın tarihsel bir sıralandır­ma olanağı veren yerleşme düzeyleri böyle oluşmuştur. Son buzullaşmanın (Würm) çökeltileri, en bol raslanan ve en zengin çökeltilerdir; bunlar Orta ve Üst Yontmataş devrinden (Orta ve Üst Paleolitik) kalma çökeltilerdir.

Bir ırmak düzeyinin biraz üstünde açı­lan mağaraların, sular kabardığında aşınmaya uğradığı ve sularla birlikte kum çökeltilerinin mağaraya girdiği görülebilir. Bu çökeltiler insanların oturduğu tabaka düzeyleri arasına sı­kışır. Deniz yakınındaki mağaralar, buzullararası dönemde su düzeyinin yükseldiğine tanıklık eder; deniz kö­kenli oluşumlar insanların oturduğu­nu gösteren kalıntılar arasına sıkışır. Tabakaların özenli biçimde kazılma­sı çeşitli konut yapılarını ortaya çıka­rabilir: Bunlar arasında ocaklar, al­çak duvarlar, çakmaktaşı, kemik ya da boynuz işleme yerleri, vb. vardır. Mağaranın girişi çok geniş olduğun­da, Tarihöncesi insanları buraya ku­lübeler yaptılar ya da rüzgâr kesen bölmeler yerleştirdiler. Ayrıca mağa­raları çeşitli duvar sanatı ürünleriyle (oymalar, resimler) bezediler. Re­simleri yapılmış hayvan öbeklerinin ve çok ender olarak raslanan insan resimlerinin dağılımının incelenmesi, bunların rasgele yapılmadığını göste­rir. Üst Yontmataş devri (Orinyasiyen, Perigordiyen, Solutreen, Magdaleniyen) insanının, girişi bazen çok zor olan derin galeri ve boşlukları mezar­lıklara dönüştürmesinde dinsel ve bü- yüsel kavramların büyük etkisi oldu­ğu sanılır. Çok daha eski dönemlerde, mağara, Neandertal insanı tarafın­dan mezarlık olarak da kullanıldı (La Chapelle-aux-Saints [Correze, Fran­sa]; Şanidar [Irak]; vb.}. Bu gelenek, Üst Yontmataş devrinde. Cilalıtaş devrinde ve Prötohistoria döneminde de sürdü. Cilalıtaş devrinin son döne­minde insan, ölülerini koymak için ki­reçtaşı içine yapay mağaralar bile kazdı (Petit Morin vadisindeki yeraltı mezarlığı, Marne).

Mağaralarla ilgili çalışmalar büyük baraj ve sulama projelerinde, kent ve kasabalara içme suyu sağlanmasında son derece önemli olmaktadır. Ülke­mizde Manavgat çayını besleyen Du­manlı yeraltı ırmağının dünyada bi­limsel bakımdan önemi vardır. Antak­ya ve Zonguldak kentleri, içme sula­rını yeraltı su sistemlerinden sağla­maktadır. Mağaraların bir başka öne­mi de turizm açısındandır. “Mağara turizmi” dünyada İkinci Dünya sava­şından sonra gelişen bir turizm kolu­dur. Özellikle A.B.D., Fransa, Yugos­lavya, İtalya, Çekoslovakya, Türkiye bu alandaki turizme önem veren ülke­lerdir. Mağaralar turizme açılırken buralarda turistler için gerekli tesis­ler yapılır. Girişi ve gezilmesi kolay­laştırılır, aydınlatılır, mağara içinde­ki göllerde sandalla gezme olanakla­rı sağlanır.

Ülkemizde kireçtaşlı arazi çok geniş bir alan kapladığından, çok sayıda mağara vardır. Bunların sayısının 40 000 dolayında olduğu sanılır. Araş­tırmalar ilerletildiğinde bu sayının da­ha da artacağı kesindir. Turizme açı­lan mağaralarımızın hemen hemen tü­mü Akdeniz bölgesinde yer alır. An­talya’nın Alanya ilçesinde Damlataş mağarası, salonları aydınlatılarak tu­rizme açılmıştır. Mağara havasının astımlı hastalara iyi gelmesi, buraya olan ilginin daha da artmasına yol aç­mıştır. Turizme açılan bir başka ma­ğara da Antalya-Burdur karayoluna 900 m uzaklıkta bulunan İnsuyu ma­ğarasıdır. İçinde sarkıtlar, dikitler ve yeraltı gölleri bulunan bu mağaranın son derece güzel bir görünümü vardır. Buradan çıkan suyun şeker hastalığı­na iyi geldiğinin söylenmesi, mağara­nın sağlık açısından da değerlendiril­mesine yol açmıştır. Damlataş ve İn­suyu mağaraları hem doğal güzellik­leri açısından, hem de sağlık turizmi açısından değerlendirilmektedir. Ak­deniz bölgesinde, İçel ilinin Silifke il­çesindeki 3 mağaranın turizme açıl­masıyla çevrenin turizm açısmdan çe­kiciliği artmıştır. Narlıkuyu-Dilek ma­ğarası, merdivenli bir giriş yapılarak turizme açılmış; sonradan mağaranın yeniden ele alınarak düzenlenmesine karar verilmiştir. Aynı yörede, birbi­rine çok yakın uzaklıkta Cennet ve Ce­hennem mağaraları, kireçtaşlı bir arazide oluşmuş çöküntü çukurlarıdır. Cennet mağarası 135 m derinlik­tedir. İçine Romalılardan kalma bir patikayla inilebilir. Çukurun batı ucunda küçük bir mağara ağzında es­ki bir tapmak kalıntısı bulunur. Ce­hennem mağarası da bir çöküntü çu­kurudur .Batı ucu 80 m.doğu ucu 110 m derinliktedir; buraya ancak araştır­macılar tarafından inilebilmektedir. Ülkemizde doğal güzellikleri turizm açısmdan değerlendirilecek daha pek çok mağara vardır: Bunların arasın­da Zonguldak ilinde Çayırköy, Gök- göl, Sofular, Mencilis; Konya ilinde Körükini, Sulin, Balatini, Tınaztepe, Susuz, Maraspoli; Antalya ilinde Kocain, Yalandünya; Kırklareli’nde Durpsina; Diyarbakır’da İskenderi Bırkılm; İsparta’da Zindan mağarala­rı sayılabilir.

Ülkemizde bazı mağaralarda eski yer­leşim kalıntılarına da Taşlanmıştır. Bu mağaralar, Türkiye’de yerleşmenin tarihçesini belirlemek bakımından önemlidir. Antalya’nın Karain mağa­rasında, mağara yerleşmelerine ait kalıntılar ve kullanılan çeşitli aletler bulunmuştur; bulunmuş olan aletler hemen yanında kurulan müzede ser­gilenmektedir.

İsparta’da Zindan mağarasında, İs­tanbul yakınlarında Yarımburgaz ma­ğarasında, Alanya’da Kadı, Maraş’ ta Döngel mağarasında olduğu gibi pek çok mağarada da yerleşim kalın­tılarına raslanmıştır.

Üç tarafı denizle çevrili olan Türki­ye’de çok sayıda ve çeşitli büyüklük­te deniz mağaraları davardır. Şile’de, Kaş’ta, Marmaris ve Alanya’da bun­lar çok ilgi görürler. Turizme açılan mağaralarımız ya­nında, araştırmaları yapılarak turiz­me açılmasına karar verilen mağara­larımız da vardır. Antalya Atatürk parkı içinde Konakaltı ve Yerköprü mağaraları, Karaman Taşkaya’da İn­cesu mağarası, Seydişehir’in Tınaztepe mağarası bunlar arasında sayıla­bilir.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.