İnsan Bilimleri Hakkında Detaylı Bilgi

İnsanı ve etkinliklerini, biyolojik, ma­nevi ve toplumsal açıdan inceleyen bi­limler.

İnsan bilimleri iki grupta toplanabilir: Birinci grupta, insan biyolojisi, fizik­sel insan bilim (antropoloji), ruh bilim, vb.; ikinci gruptaysa, toplum bilim, ta­rih, insan coğrafyası, etnoloji, filolo­ji, dilbilim yer alır.

Canlılar Arasında Bir Canlı

Arkeoloji de insan bilimlerinin bir dalıdır. Resimde Irak'ta yapılan bir kazı çalışması görülüyor.

Arkeoloji de insan bilimlerinin bir dalıdır. Resimde Irak’ta yapılan bir kazı çalışması görülüyor.

Biyoloji bilimlerinin, insan bilimle­ri arasına sokulması garip görülebi­lir ama, fizyoloji düzeyinde olduğu gi­bi, anatomi düzeyinde de insan biyolojisinin, insanoğlunu, öteki canlılar arasmda bir canlı olarak ele alması bir gerçektir. İnsanbilimin amaçların­dan biri de, insanlığın ortaya çıkışını, paleontolojinin tarihsel bakış açısın­dan olduğu kadar karşılaştırmalı bi­yoloji ve ruhbilim düzeyinde de saptamaya çalışmaktır. Georges Gusdorf’a göre (Les Sciences humaines et la pensée occidentale [İnsan Bilimleri ve Batı Düşüncesi,1966]), tıp da insan bi­limleri arasında sayılmalıdır. Birçok biyoloji daimi kapsayan tıp, bilim kuramsal bir kavşak noktası gibi görül­mektedir. Gerçekten de günümüzde, tıbbın, ruh bilimle, psikanalizle ve toplum bilimle arasında ne gibi bağıntılar bulunduğu bilinmektedir.

XVIII. yy’da kurulmak üzere olan ve genel hayvanbilime sıkı sıkıya bağlı bulunan insanbilim, bilim dallarının bir kavşak noktası, özelleşmiş bir çok bilimin yuvalandığı bir yer olacaktır. İnsan biyolojisi, paleontoloji, tıp, psi­kiyatri, insanbilim alanının bölüm­leri gibi görünmektedir. Linnaeus ve Buffon, XVIII. yy’da, insanı doğal tür­ler arasına koymuşlardı. Buffon’la birlikte insan bilim, öteki türlere oran­la insan türünün özgül yanlarını orta­ya koymaya çalıştı ve ayırt edici kül­tür özellikleri üstünde durdu. Bunlar dil, toplumsal örgütleniş ve kurumlardı. Kültür ile doğa arasındaki karşıt­lık, Aydınlanma çağının üstünde en fazla durduğu konulardan biriydi ve bu, Rousseau üe Herder’in yapıtların­da örnek bir biçimde görüldü. Ama Aristoteles’in, insanı canlılar arasın­da bir canlı olarak gördüğü sık sık unutulur. Peri ZoonHistoria’da (Hayvanlar Tarihi Üstüne) insan, arılar, dörtayaklılar ve kuşlar gibi nesnel bir bakışla incelenir; anatomisi ve fizyo­lojisi, öteki canlılarla karşılaştırılır. Aristoteles’e göre, insanın incelenme­si, hayvan bilimin bir bölümüdür ve böyle olması onun değerini düşürmez. Yüzyıllar sonra, kurallarını ilk olarak Francis Bacon’ın ortaya attığı yöntem bilimsel gereklere uyan bir olgular bi­liminin kuram bilimsel ideali ortaya atıldığı sırada, insanbilim ortaya çık­tı.

Ruhbilimin ortaya çıkışıysa daha geç­tir (XVII. yy.). Ruhbilimsel çözümleme, zihnin işlemlerini, insanoğlunun tu­tumlarını, davranışlarını inceler ve yalnızca, özgül bir varlığın gerçek yanlarını göz önüne sermeye yönelir.

Tarih Ve Kültür Düzeni

Klasik filoloji, Rönesans’ta, Eski Yu­nan ve Latin metinlerini derinlemesi­ne inceleyen temel bir bilim dalıydı. XVII. yy’da Helen kültürü, yavaş ya­vaş yeniden ortaya konmuştu. Sağlam bir bilimin yordamlarıyla Eskiçağ dünyasının incelenmesi, XVII. yy’ın getirdiği edinimlerden biridir. Hüma­nistlere özgü estetikçiliği bir yana bı­rakan metin eleştirisi, yazıtların, hey­kellerin, anıtların, paraların incelen­mesi için farklı teknikler ortaya koy­du. Salomon Reinach’ın, “maddesel anıtlarla geçmişi açıklamak” olarak tanımladığı arkeoloji de XVII. yy’da ortaya çıktı.

Aynı dönemde, ulusal diller de kendi­ni kabul ettirmeye başladı. Yaşayan dillere duyulan ilgi, giderek yeni bir bilimi, yani dil bilimi doğurdu. Ama Batı’daki üniversiteler ve kolejler ölü dil olan latinceyi kullanmayı sürdür­düler. Eski dillerin önceliklerini koru­ması, öğrenimi, egzotik diyebileceğimiz bir hava içinde sürdürdü. Filolo­jiye oranla dilbilimin geri kalması, hiç kuşkusuz bu nedenin sonucudur. Belli bir ulusun özgül kültürünün ince­lenmesi demek olan filolojiye karşıt olarak, dil bilim, hiçbir dili, kutsal ya da soylu olarak görmez. Teknik bir özellik taşıyarak, dil olgularını açık­layan soyut şemalar ortaya koymaya yönelir. Filoloji, dili, bir kültürün ken­dini dile getirmesi olarak incelediği halde, dil bilim, dillerin dökümünü ve sınıflamasını yapar, kökenlerine, ba­ğıntılarına ve türemelerine ilişkin so­ruları inceler.

İnsansal gerçek, tarih ve kültür düze­ninin sunduğu perspektif içine yerleş­tirilmelidir; insan ve insanlık, tarihin hareket ettiricisi ve ürünüdür. İnsan­lık, bir doğal tür değildir, ama tarih­sel bir gerçekliktir. Böylece, daha XIX.yy’da tarih bilimi, geçmişi, görül­düğü ya da yaşandığı gibi değil de, ol­duğu gibi ortaya koymak gerektiğini ileri sürdü.

Tarih büiminin amacı, yer, zaman, ırk, halk ya da toplumsal kategoriye bağlı olarak insan gerçekliğinin ne ol­duğunu bilmektir. Bu açıdan tarih bi­limleri tam anlamıyla insan bilimleri­dir. İnsansal gerçekliği kuran olgula­rı ve olayları düzene sokan başlıca bo­yut olması bakımından tarih araştır­ması, önceliğe hakkı olduğunu ileri sü­rebilir. Bu durumda, öteki bilim dal­ları (XIX. yy’da kurulmuş olan toplum- bilim ve etnoloji) da tarihi tamamlar. İnsan toplumunu bütün olarak incele­yen bilimlere (toplumbilim, toplumsal ruhbilim, etnoloji, toplumsal insanbi­lim, tarih) günümüzde toplumsal bi­limler denmektedir.

Doğa Ve Toplum

İnsan bilimlerini, şematik olarak şöy­le gruplaştırabiliriz: Bir yanda, insan doğasını inceleyen bilimler, yani hayvanbilim, insanbilim, paleontoloji, bi­yoloji, fizyoloji, toplumsal tıp; öte yan­da, insan toplumunu ve ürünlerim in­celeyen bilimler, yani tarih,arkeoloji, toplumbilim, etnoloji, siyasal bilimler, ruhbilim, demografi, dilbilim, filoloji. Bu bilimlerin alanı, kesin ya da mate­matiksel bilimlerden farklı temel so­rular ortaya koyar. Doğruluğun kanı­tı, deney ya da gözlemle sağlanmak­tadır, ama fizikçi ya da biyoloji bilgini, üstünde deney yaptığı atomun görüşünü öğrenmek istemez.

İnsan büimlerinde deney, üç güçlük ortaya çıkarır; ilkin, nicelenen bireyin ya da grubun onayım almak gerekir; ikinci olarak,özne (birey ya da grup) deney sırasında değişikliğe uğrar; ay­rıca, ortaya çıkan kuram, bir tasarı­ya (özne üstünde bir etki yapmak) bağ­lı olduğundan, ideoloji etkilerinden bir türlü kurtulamaz.

XVI. yy’ın sonunda, insan bilimleri or­taya çıkmaya başlamıştı, ama bilim olarak kurulmamıştı. Olguları, değer­leri ve mitleri birbirine karıştırıyor, bunları birbirinden ayırt etmeyi sağ­layacak hiçbir ölçüt, hiçbir başvuru sistemi kullanmıyordu. Bundan ötürü, insana ilişkin yeni bilgi, insanın duru­mu konusunda yeni bir değerlendir­meyi ve bilgi alanıma tam olarak ye­niden örgütlemnesini gerekli lalar. Or­taçağ Hıristiyan kültürü, astrolojinin ve simyanın egemenliğindeydi; bun­lar, o çağdaki biyolojinin, tıbbın ve ta­rihin ne olduğunu anlamamızı sağla­yan temel anahtarlardır.

Mekanist devrimle birlikte, hümanist düşünce, gerçeğin görünümlerini, ye­ni bir bilim kuramsal perspektif için­de örgütledi ve yeniden gruplaştırdı. Mekanist ideal XVII. yy’ın ilk otuz yı­lında, madde ve hareket kavramları­nın matematik yazıya bağlılığına da­yanarak, doğanın yorumlanmasına damgasını bastı. Gahlei, Harvey, Hobbes, Gassendi ve Descartes tarafın­dan geliştirilen mekanist düşünce, Newton’un gerçekleştirdiği bireşimde en eksiksiz dile gelişini buldu. Newton modeli, bütün insansal alanı kapsama savını taşıyordu.

Çözümleme Ve Bireşim

İnsan bilimleri yeni düşünce biçimle­ri ortaya koymak zorundaydılar; de­ney ve yöntem burada “doğruluğun” ölçütleriydi. Bilginin örgütlenmesi ko­nusunda iki karşıt girişim ortaya çı­kıyordu. Deneyim merakından kay­naklanan çözümleyici girişim, olgula­rı gözlemleme ve sınıflandırma ama­cı güdüyordu; bunun karşıtı olan giri­şimse bireşimler (sentezler) ortaya koymaya yöneliyordu. Ama olguları ortaya koymak isteyen her çözümle­menin, yalnızca bireşimci bir düşün­cenin kendisine sunabileceği örgütlen­meye ve kavramlaştırmaya dayanma­sı gerekir. Öte yandan, her bireşim gi­rişimi de olguların daha önceden çö­zümlenmesinden kaynaklanan varsa­yımlar ortaya koymak zorundadır. Francis Bacon, her çeşit ve çok sayı­da saptamayı gerekli kılan yeni bir bil­ginin kurucusudur. Ona göre bilim, önce “tarih”tir; yani her bilgi alanın­da, elden geldiğince çok bilginin araş­tırılması, dökümü ve “stok” edilmesi­dir. Bireşimler yapmanın, büyük bil­gi kuruluşları ortaya koymanın zama­nı bundan sonra gelecektir. Bacon’ın araştırma anlayışı, yalnızca biyoloji­ye ve tıbba değil, geniş bilgi isteyen bütün bilim dallarına da kolayca uy­gulanır.

Çözümleme ile bireşim arasındaki karşıtlığın örneğini, olaylardan ayrıl­mamak konusunda titizlik gösteren Bacon ve Gahlei ile bireşim yapmanın ustası Descartes arasındaki köklü farklılıkta buluruz. XVII. yy’da meka­nist düşünce, daha önce Galilei tara­fından taslağı ortaya konan ve insan-makine olarak geliştirilen (Harvey, Descartes) makine-hayvan kavramına kaynaklık eder.

İnsan bilimleri, XVIII. yy’da kendi bilinçlerine vardılar. Mekanist devri­min ikinci döneminde, yeni bilgi idea­li, dünyayı ele geçirdikten sonra, in­sana döndü ve onun doğasını, şeyle­rin araştırılmasında başarı kazanmış yollarla ve araçlarla keşfetmeye ça­lıştı.

Tarih, filoloji ve insanbilim XIX. yy’da başarı kazandı.

Bilimcilik

XIX. yy’dan bu yana, insan bilimle­ri, toplumsal, insansal olayların gittik­çe daha sağlam ve kesin biçimde göz­lemlenmesini sağlayan yöntemler edindiler. Pozitivist kuramı ortaya atan Auguste Comte, “pozitif” bilim­lere ilişkin bilim kuramının geleneksel kurgucu felsefenin yerine geçmesi ge­rektiğini ileri sürdü ve bilime ilişkin eleştirel bir kuramın gerekliliğini gös­terdi. Pozitivist kurama göre, toplum­sal olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmak gerekiyordu. Bu nedenlerin ortaya çıkarılması, toplumu ve insan­lığı zor duruma düşüren bunalımların çözülmesini sağlayacak yeni bir top­lumsal örgütlenmenin gerçekleştirilmesi olanağını sağlayacaktı. Ama po­zitivizm, olguların taşıdığı anlamları göz önüne almıyordu; yöntemi, salt akılcılığın etkisindeydi ve tümdengelimliydi; vardığı sonuçlar da gerekir­ciydi (belirlenimciydi). Gene de pozi­tivizm, insansal olayların açıklanma­sının, toplumsal olaylardan ayrılamayacağı düşüncesini yaygınlaştırmak gibi bir üstünlük göstermişti.

XVII. yy’ın sonunda, Fransız toplumbi­limcisi Emile Durkheim, insansal olgu­nun açıklanmasının, toplumsal olguda aranması gerektiği düşüncesini pekiş­tirdi ve toplumsal olgunun bilimsel in­celenmesinin yollarım ortaya koydu. Ona göre, toplumsal olgu, bireysel davranışlardan farklı olan kendi ger­çekliğine sahip bulunan ve bilimsel açıdan incelenebilen kapsayıcı bir ol­gudur. Bu kuramların temel ilkesi, ne­densel gerekirciliktir.

Bu “bilimci” eğilime karşı olarak Al­man toplumbilimcileri, “kapsayıcı” ol­duğu için toplumsal olayları içten an­lamayı sağlayan kavrayıcı yöntemi ileri sürdüler. Bu yöntemin en tanın­mış temsilcisi, tin bilimlerinin yaratı­cısı olan Dilthey’dır (1833 – 1911). Mekanist gerekirciliğin etkisinde kal­masına karşın en fazla bilimsellik ta­şıyan dönem, bireysel ve topluluksal olayların açıklanmasında “toplumsal kurum”un önemli yerinin belirtilme­siyle dikkati çekti. Bütün toplumu an­layabilmek için, toplumsal kurumun incelenmesinin gerekli olduğu (kurum, toplumun hem ürünüdür, hem de onun birliğini sağlayan bir etkendir) böylece ortaya kondu.

Modeller Ve Yöntembilimler

XX. yy’da Max Weber, bir toplumsal-tarihsel yöntembilim ortaya koydu. Ona göre, iki tip nedensellik bir ara­da bulunmaktadır. Bunların biri, tekil­leştirici tarihsel nedendir, İkincisiyse daha kapsamlı olan toplumbilimsel nedenselliktir. Weber, olguları değer­lere oranla incelemek ister, anlamlı özellikleri ortaya çıkaran tipoloji sınıf­landırmaları yapar ve gerçekten ha­reket edip soyutlamalara yönelerek “ideal tipler” oluşturur. İdeal tip, ger­çek ve deneyimsel ilişkileri ortaya çı­karacak olan ütopik ve gerçekdışı bir kuruluştur. Bir araştırma konusu seç­tiğimizde ya da özsel olanla raslantısal olanı birbirinden ayırt ettiğimizde, değerlere başvururuz. İnsan bilimle­ri uzmanları, işte bu başvuru sayesin­de sorunlarını yenileştirirler. Günümüzde, insan bilimlerindeki yön­tembilim, görüş açılarının, kuramla­rın çokluğuyla dikkati çeker.

Tarih boyunca kuramcılar, yöntembilimlerin yan yana var olabileceğini ka­bul etmek yerine, tercih ettiklerini ka­bul ettirmeye çalıştılar. Gerçekten de, her model, ötekilerin yanı sıra doğru olmakla yetinecek yerde, ötekileri or­tadan silerek kendisinin doğru oldu­ğunu ileri sürdü. Sınırlı bir alanda kendini kabul ettiren bir kuram, bü­tün öteki alanlara yayılmaya yöneldi (newtoncu çekim modeli, evrimci mo­del, hegelci marxçı model, günümüz­de de freudcu yapısalcı model). Her kuram, gerçeğin daha derinlemesine kavranmasını sağlar, ama böylece el­de edilen sonucun, ötekileri dışarda bırakmaya yönelmemesi gerekir. İn­san bilimlerinin XX. yy’ın başından bu yana gerçekleştirdiği gelişim tartışılamaz. Özel yayınlara bakmak, bunu kabul etmek için yeterlidir. Sözgelimi, gelecekbilim (fütüroloji) gibi yeni bi­limler ortaya çıkmıştır. Ayrıca bazı teknikler de ortaya konmuştur. Bun­ların amacı ya doğrudan insanlar ya da toplumsal ve ruhsal olaylar üstün­de belli bir etki göstermektir. İnsan­ların olaylar üstünde egemenlik kur­masını yalnızca bilimler ve teknikler sağladığına göre, bu gelişimin pratik bir önemi vardır. Toplumların gelişim mantığıyla, gelişimin somut olarak gerçekleşmesi arasında, hayli önemli bir farkın bulunduğunu söyleyebiliriz. Bilim dallarının uzmanlaşmasına kar­şın, insan bilimleri bir birlik oluştu­rur. Deneyimsel incelemeler ya da ça­lışmalarının koşulları ve kapsamı üs­tünde düşünmeleri dolayısıyla, bazı bilim adamları, bu birliğin farkına varmışlardır. Bu bilginler, öteki dal­ların elde ettiği sonuçlardan yararla­nırlar ya da öteki uzmanları kendi ça­lışmalarına katarlar. Böylece insan bilimlerindeki dallar arasında ortak bir çalışmanın ağır bastığı görülür.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.