Alman matematikçisi ve felsefecisi Gottfried Wilhelm Leibniz Hayatı ve Öğretisi ve Özellikleri

Alman matematikçisi ve felsefecisi (Leipzig, 1646-Hannover, 1716).

İslav kökenli bir aileden gelen Gottfried Wilhelm Leibniz hukukçu ve Leip­zig Üniversitesi profesörü olan baba­sının kendisine bıraktığı kitapları oku­yarak yetişti. Vergilius, Eflatun, Aris­toteles gibi Latin ve Yunan yazarlarını okudu, skolastik tanrıbilimi öğrendi, daha sonra da modern yazarlar keşfetti.

Bir Öğretinin Kurulması

Leibniz 1674’te Remond de Montfort’a şöyle yazıyordu: “On beş yaşın­dayken, Leipzig yakınlarındaki Rosenthal korusunda, Latin ve Yunan yazarlarıyla skolastiklerin tözsel bi­çimlerini benimsemeyi sürdürüp sür­düremeyeceğime karar vermek üzere dolaştığımı anımsıyorum.” O sırada descartesçı mekanist görüş kendini kabul ettirmiş ve Leibniz’i matematik­le uğraşmaya yöneltmişti. Leibniz, Le­ipzig Üniversitesi’ne girdi ve profesör Thomasius’tan felsefe dersleri aldı. Daha sonra Jena Üniversitesi’ne ya­zıldı ve matematikçi Ehrard Weigel’in derslerini izledi. Matematiksel bile­şimlerin kesinliğini göz önünde tuta­rak, felsefe için de aynı bileşim yasa­larını bulmaya çalıştı. Rosenkreutz ör­gütüne alınarak kimya deneyleri yap­maya başladı. Evrensel bir kafası ol­duğunu gösteren ilk yapıtlarında, fel­sefesinin geliştireceği büyük düşünce­lerin çekirdek halinde bulunduğu gö­rülüyordu. 1667 baharında, Mainz se­çicisi johann Philipp’in eski özel da­nışmanı ve Almanya’nın en seçkin devlet adamlarından biri olan Baron von Boineburg’la tanıştı ve onun tara­fından siyaset dünyasına sokuldu. 1670’te Mainz seçiciliği Yüce Divanfna danışman seçilen Leibniz, iki yıl sonra diplomatik bir görevle Fran­sa’ya gönderildi. Bu arada, kitaplar­dan öğrenilebilecek bütün bilimsel ve felsefi bilgileri edinmişti. Artık ama­cı belirlenmişti. Bu amaç, fizik kav­ramlarını derinleştirerek ve felsefe kavramlarını da zenginleştirerek me­tafizik ile bilim arasındaki bağlantı çizgisini bulmaktı, 1672-1676 yıllan arasında, Louis XIV’ün yanında görevli olarak bulunuyordu ve kralı Mı­sır’ı almaya ikna etmesi gerekiyordu. Bu arada, çağının büyük düşünür ve bilginleriyle sürekli yazışma halindey­di. Bossuet’ye yazdığı mektuplarda Hıristiyan kiliselerinin birleştirilmesi­ne çalışıyor, Huygens ile bilimsel ça­lışmalar yapıyor, Pascal’ın matema­tik yapıtlarını okuyor ve Descartes’ ın izleyicisi tannbilimci Arnauld ile tartışıyordu. Bir Fransız yazarı hali­ne gelmekle kalmamış, en önemli ma­tematikçiler araşma da girmişti. Uzun çalışmalardan sonra 1675’te integral ve diferansiyel hesabı buldu.

Hannover Felsevecisi

1676’da, sonsuz küçükler hesabını bulduktan sonra Paris’ten ayrıldı; Londra’ya ve Spinoza ile görüştüğü Hollanda’ya geçtikten sonra Alman­ya’ya döndü. Hannover’de yerleşti. Braunschvveig-Lüneburg dükünün ki­taplık yönetmeni olarak kırk yıl boyun­ca olağanüstü etkinlik dolu ve zengin bir yaşam sürdü. Yalnız felsefeyle de­ğil, matematikle, doğa bilimiyle ve ta­rihle de uğraştı.

Geleceğin Prusya kralı Friedrich Fin Berlin’de bir Bilimler Derneği kurma kararını almasını sağladı.

Büyük Petro’nun, uyrukları­nı, Batı uygarlığından yararlan­dırmasını sağlayan planı hazırladı. Maddeyi derinlemesine inceledikten sonra ruhu da incelemesi, Leibniz’i tanrısal dünyaya yöneltti. Felsefesi, üç çözümleyici yapıtta dile geldi: Le Systeme nouveau de la nature et de la communication des substances (Do­ğanın ve Tözlerin İlişkisinin Yeni Sis­temi, 1694), İnsan Zihni Üstüne Yeni Denemeler (Nouveaux essais sur l’entendement humain, 1704), Essais de Theodicee (Teodise Üstüne Denemeler, 1710).

Teodise Ve Monadoloji

Leibniz Teodise’de, kötülük ve insanın özgürlüğü ile Tanrı’nın iyiliği ve gücü­nün her şeye yetmesi arasmdaki uyuş­mayı inceler. İnsanın özgürlüğünü, ka­yıtsızlık özgürlüğü ile kısıtlanma ara­sında yer alan bir gerçek olarak ve tanrısal eylemi de, geometrik zorun- luk ile keyfilik arasında yer alan ah­laksal bir zorunluğa uyan bir etkinlik olarak ele alır. Bu açıdan, insanın öz­gürlüğünde, bir yaratık için düşüne­bileceğimiz en yüksek yetkinliğin bu­lunduğunu ve dünyadaki kötülüğün de, daha iyi bir iyiliğin kaçınılmaz ko­şulu olduğunu ve bundan ötürü dün­yanın, olabilir dünyaların en iyisi ol­duğunu ileri sürer.

Leibniz’in son yapıtları olan Monadologie (Monadoloji, 1714) ve Les Principes de la nature et de la grâce (Do­ğanın ve Tanrısal Lütfün İlkeleri, 1714), sisteminin özetini sunar ve ev­rensel uyumun, Tanrı’nm etkisi altın­da, bölünmez ve basit tözler olan monadlarm özünden doğduğunu ileri sü­rer. Monadlar, şeylerin en son öğesi­dir ve bunlarda hem iştiha, hem de al­gı vardır.

Ülkesinin ve insanlığın iyiliği için çalışmış bir insan olan Leibniz, hastalıklı ve siyasal bakımdan gözden düşmüş olarak üzüntü içinde ve yapa­yalnız ölmüştür.

Öğretisinin Özellikleri

Leibniz’in yapıtı ve ondan kaynakla­nan yöntemi, töz ve önceden kurulmuş düzen konusunda metafizik bir kuram ortaya koymuş,bu da iyimser bir tanrıbilimin temeli olmuştur. Bu tanrıbilim, metafizik üstünde yemden etkide bulunarak onun yorumunu zenginleştirmiştir. Gerçekten de, Tanrı’nm varlığmı kanıtlama ve töz değişimim açık­lama isteği, Leibniz’in metafizik dü­şüncesine baştan beri yön vermiştir. Tanrıbilim ve metafizik ise, belli bir ölçüde, bilimsel görüşleri etkilemiştir. Bilgin’in, metafizikçinin ve tanrıbilimcinin bilgisi, aynı düşüncenin üç farklı yanının birbirine yaklaşmasını sağla­mıştır.

Matematikçi olarak Leibniz, bütün gerçeği akılyürütmeye dayandırmak ister. Matematik alanında o güne kadarkinden daha elverişli simgeler kul­lanmış, böylece, felsefeye de bir simgecilik, bir “evrensel özellik” sokmuş­tur. Bu, “hesap” yapmayı ve çeşitlili­ği birliğe indirgemeyi sağlayacak, böylece bir “genel bilim” kurulmuş olacaktı. Leibniz ayrıca, çelişki ve ye­terli neden ilkesini ortaya atmıştır. Bu ilkeye göre, hiçbir şey nedensiz olarak ortaya çıkmaz/Leibniz’in bu girişimi­nin son amacı, mutlağa ulaşmaktı. “Tanrı’nın anlayışgücü özlerin kayna­ğıdır, iradesiyse varlıkların kökeni­dir,” diyordu Leibniz. Önceden kurul­muş düzen, yaratılmış tözler arasın­da Tanrı’nm kurduğu bir uyuşmaydı ve bunların algüarmdaki uyuşmayı açıklıyordu. Algılar, maddesel tözün etkisi altında değildi ya da tözlerin birbiri üstünde etkisi söz konusu değildi.

Leibniz’e göre beden ve ruh, birbirin­den ayrı olan, ama Tanrı tarafından ayarlanmış bulunan ve hareketleri ta­mı tamma birbirine uyan iki saate benzer. Leibniz doğuştan fikirlere ina­nır. Deneyim, bilgide herhangi bir rol oynamaz. Ruhta, deneyimin açığa vur­duğu, ama deneyimi aşan evrensel ve zorunlu erdemler vardır. “Zihinde, duyulardan gelmeyen hiçbir şey yok­tur; ama zihnin kendisini saymazsak,” der Leibniz. Yetkin varlık, yetkinli­ği gereği, “olabilir dünyaların en iyi­sini”, en fazla gerçeklik taşıyan dün­yayı yaratmak zorundadır. Böylece evrenin yaratılışı, olabilirliklerle do­lu ve basit tözlerden kurulmuş bir me­kanizmaya (bir matematiğe) benzeti­lebilir. Bu basit tözler, monadlardır ya da metafizik atomlardır. Monadlar, yetkinlik noktalarına ulaşmış gerçek­liklerdir ve “iç eylemlerinin kaynağı olmalarını sağlayan bir yeterliğe sa­hiptirler.”

Monadlar aşamalarıma halindedirler ve bunun başlıca dereceleri, basit canimin monadı olan çıplak monad, duygu ve bellekle donanmış bir ruh olan hayvansal monad, akıl ve düşün­ce sahibi olan insansal monad ve tan­rısal monaddır. Monadlarm birbiri üstündeki etkisini düzenleyen, önce­den kurulmuş düzendir.

Ahlak Ve Din

İnsan, açık ve seçik fikirlerle, akılla ne ölçüde belirlenmişse, o ölçüde öz­gürdür. İnsanoğlu, benzerlerini sever. Çünkü, açık ve seçik fikirlerinin kap­samı genişledikçe, öteki insanlarla olan bağıntısını daha iyi kavrar. Dün­yaların en iyisini yarattığını bildiğin­den, Tanrı’yı daha fazla sever. Böy­lece, doğa düzeninden tanrısal düze­ne, Tanrı kentine ya da yasası adalet olan tinlerin evrensel düzeyine yükse­lir. Erdemi, hemen ödüllendirilir. Bu yaşamda olmasa bile bir başka ya­şamda bu ödülü mutlaka alır. Böylece hukuk, ahlak ve din, birbiriyle kaynaşır; çünkü hukukun en yüksek biçimi olan doğruluk, evrensel adalet ya da merhamet tanrısal düzene da­yanır ve din, temeli bakımından, Tanrı’yı sevmek ve iradesini gerçekleştir­mektir. Mucize de, tözdeğişimi de, ak­la aykırı şeyler değildir. Her sonsuz dizi, bir yasadan çıktığına göre, tan­rısal sonsuzlukta, hem mucizeleri, hem de belirlenime bağlı olguları açıklayan bir yasa bulunmalıdır. Tözdeği­şimi de Leibniz tarafından şöyle açık­lanır: Sonsuz monadlardan oluşan her cisim, Leibniz’in ‘tözsel iyi” dediği bir birlik ilkesini, bir dizi yasasını gerek­li kılar.

Leibniz’in Etkisi

Leibniz’in düşüncesi, felsefe tarihin­de önemli bir rol oynamıştır. Her ger­çekliğin temel etkinliği olan değişme ve oluşa büyük önem veren Leibniz, descartesçı mekanist anlayışı aşmış ve Hegel’in dinamik görüşüne ve mo­dern dönüşümcülük anlayışına yol aç­mıştır.

Ama Leibniz’e göre etkinlik, tinsel ni­teliktedir; bütün özellikleri Tanrı’nm yetkinliğinden gelen ruhlardadır. Le­ibniz böylece, Tanrı’nm rolünün yal­nızca maddeyi harekete getirmek ol­duğunu ileri süren Descartes’a bir başka bakımdan karşı çıkmış olur.

Tanrı’yı dünya ile özdeşleştiren Spi- noza’ya da karşı çıkmıştır.İdealist bir felsefe kuran ilk Yeniçağ düşünürü olan Leibniz’in düşüncesi, Christian von Wolff (1679-1754) tara­fından izlendi ve kolayca anlaşılacak hale getirildi. Leibniz, XVIII. yy’ın so­nunda ve XIX. yy’ın başında büyük Al­man idealistlerinin (Kant, Fichte, Schelling, Hegel) izleyeceği yolu da açmış oldu. Her tür dogmatik metafi­ziğe karşı olan Kant idealizmi, Leibniz’inkinden farklıydı. Çünkü, Tan- rı’nın, ruhun ve evrenin özünün bilinemeyeceğini ileri sürüyordu. Leibniz’in Fransa’da da, daha sınırlı ol­makla birlikte etkisi oldu. Maine’de Biran, Ravaisson-Mollien, Lachelier, her şeyden önce bir güç olan, beden­den mutlak olarak farklı olduğu ileri sürülemeyen ve belki de tüm gerçek­liğin ilkesini kapsayan bir ruh anlayı­şını çeşitli biçimlerde geliştirdiler.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.