İsrail’in Tarihi ve Kuruluşu

İsrail 14 Mayıs 1948’de kurulmuş olan bir devlettir. Kökenlerini anlaya­bilmek için, XIX. yy’ın sonunda bazı Yahudilerin, İ.S. 70’ten ve 135’ten sonra yeryüzünün her yanına dağılmış olan bütün Yahudileri bir araya getirerek ulusal Yahudi ocağı yarat­ma düşlerini anımsamak gerekir. İş­te bu düşünce yüzyıllar boyunca çe­şitli baskılar altında ezilen Avrupa Yahudileri tarafından benimsendi, hatta kimi zaman gerçekleşme yoluna bile girdiyse de, ancak 1880’den baş­layarak güç kazandı, çünkü bu tarih­te Çarlık Rusyası’ndan kaçan Rus Ya­hudileri “Sion Âşıkları” gibi dernek­lerde örgütlenerek Filistin’de sosyalist eğilimli tarım köyleri kurdular ve ül­keye daha önceden yerleşmiş olan 20.000 Yahudiye katıldılar. Theodor Herzl ile Siyonizm gerçek bir siyasal öğretiye dönüştürüldü: Bu Viyanalı gazeteci, Yahudilerin, içinde yaşadık­ları toplumlar tarafından özümlenme­diklerini öne sürerek, 1895’te bir ulu­sal toplanma noktası gerektiğini belir­ten Der judesustaat’ı (Yahudi Devle­ti) yazdı. Yaptığı çağrı karşılık gördü ve 1897’de Basel’de ilk siyonist kong­resi toplandı. Bu toplanma merkezinin kurulması için gerekli görüşmelere başlandı: Birçok bölge üstünde durul­du, ama 1903’te Rus siyonistleri Filistin’i istediler. Öncüler işe başlamış­lardı bile, köyler yavaş yavaş kurulu­yordu, 1909’da da Tel Aviv doğdu. Dünyanın her yanındaki Yahudilerin katküarıyla güçlü bir mali desteğe ka­vuşan siyonistler, uluslararası alan­da da kendüerine yardım aradılar. İn­giltere’de, dünyaca ünlü kimyacı Hayim Vaytsmann siyasal çevrelerle olan yakıldığından yararlanarak ara­larında Lloyd George ve lord Balfour’un da bulunduğu bazı yöneticilerin desteğini sağladı. Milletler Cemiyeti, Filistin’in mandasını İngiltere’ye ver­di.

Siyonistlerin Yerleşmesi

Yeni yurtlarına göç etmek isteyenleri to­parlamak ve onlara yardımcı olmak amacıyla bir Yahudi Bürosu kuruldu, bu arada Filistin’deki Yahudi toplulu­ğu da kendi kurumlarını oluşturmaya başladı.

Yahudiler daha önceden tasarlandı­ğı gibi bölgeye kitleler halinde gitmi­yorlardı, gidenlerin de çoğu geri dö­nüyordu. Birçok Yahudinin Filistin’e göç etmesine Nazi rejimi yol açtı. Araplar bu yığınlar halindeki göçten huzursuz oldular, ayaklanmalar art­tı.

1936’daki iç savaş ortamında İngiliz mandacılar bir paylaşma önerdilerse de (Peel komisyonu), bu çözümü her iki taraf da reddetti. 1940’ta İngilizler, Yahudi nüfusunu toplam nüfusun üç­te birine sınırlayarak, ülkeye gelebi­lecek göçmen sayısını 75.000’de don­durdular. Bu tarihte Yahudilerin nü­fusu 416.000’di. Bu arada savaş baş­ladı ve Nazi baskıları bütün Avrupa’ya yayıldı. Filistin’de, Yahudi ordusu Haganah, önce İngilizlerin yanında savaştı, sonra Nazi tehlikesi uzakla­şınca, eski dostuna karşı çıktı. İrgun ve Stern gibi aşırı uçların oluşturduk­ları gruplarsa art arda suikastlar dü­zenliyorlardı. 1945’te İngilizler kısıt­lamayı sürdürmek isteyince gerilim arttı, göçmen gemileri olayı (Exodus) da durumu büsbütün çetinleştiriyor­du. İngiltere suikastlardan (1946’da King David Hotel’in yıkılması) ve öner­diği bütün planların reddedilmesin­den bıktı, 1947’de mandadan vazge­çerek, sorunu Birleşmiş Milletler Örgütü’ne devretti. Birleşmiş Mil­letler Örgütü 29 Kasımda 13 olumsuz oya karşı (Müslüman ülkeler) 35 olum­lu oyla (aralarında A.B.D. ve 5.5.               C.B.        deolmak üzere) bir paylaşma planını benimsedi. 10 ülke çekimser kalmıştı, bunlardan biri de İngiltere’y­di. Filistin’de durum giderek gergin­leşiyordu, ama İngilizler ülkeden 15 Mayıs 1948’de ayrılacaklarını büdir- mişlerdi, erteleme yoluna da gitmedi­ler. Bu tarihten bir gün önce Yahudi Bürosu yürütme kurulu başkam David Ben Gurion, Tel Aviv Müzesi’nde İs­rail’in doğduğunu ilan etti.

Yeni devlet A.B.D. tarafından fiilen, S.S.C.B., Polonya ve Ukrayna tarafın­dan da hukuken tanındı (18 Mayıs). Oldu bitti karşısında bırakılan Arap­lar tepki göstermeye karar verdiler; 15 Mayıstan başlayarak İsrail ile Arap ülkeleri arasında ilk çatışmalar başladı. Zaman zaman Birleşmiş Mil­letler Örgütü’nün kararlarıyla kesilen çatışmalar, 24 Şubat 1949’da Rodos’ ta İsrail’le Mısır arasında imzalanan anlaşmayla sona erdi.

Beklenenin tersine, İsrailliler gördük­leri silah ve döviz yardımının, özellik­le de Arap ordularının birleşememesi yüzünden, baskın çıktılar. 27 Nisan 1949’da bir düzen kurulması amacıy­la Lozan’da başlatılan görüşmeler Fi­listinli mülteciler sorununa gelip da­yandı: 700.000 Filistinli çeşitli baskı­lar sonucu, yazgılarını Arap ordula­rına bırakıp topraklarından çekip git­mişlerdi. 11 Mayıs 1949’da, İsrail, Birleşmiş Milletler’e kabul edildi. Ar­tık yeni devlet, komşu Arap ülkeleriy­le ilişkiler,çok sayıda Filistinli mülte­ci kampının varlığı, göçmenlerin ül­keyle bütünleştirilmeleri, dışa (özellik­le de A.B.D’ne) olan iktisadi bağımlı­lık gibi sürekli sorunlarla karşı karşı­yaydı.

Anlaşmızlaklarla Dolu Bir Tarih

İsrail’in yakın tarihi anlaş­mazlık ve savaşlarla doludur; savaş­lar arasında da gene savaş durumu ortadan kalkmamış, ateşkeslerin bo­zulmasını ve şiddet eylemlerini kanlı bastırma hareketleri izlemiştir. 1956’da İsrail, İngiltere ve Fransa’yla birlikte, Arap ulusalcılığının önderi olarak parlayan Nasır’a karşı güçbirliğine girişti. Nasır’ın 26 Temmuz 1956’da Süveyş kanalını ulusallaştır­dığını açıklaması, askeri müdahale için bir bahane oldu. Ekim ayında İs­rail bir Fransız-İngiliz sefer ordusu­nun yardımıyla Sina yarımadasında saldırıya geçerek bir yıldırım harekâ­tı başlattı ama, Birleşmiş Milletler Örgütü’nde A.B.D. ve S.S.C.B’nin ortak baskıları karşısında, geri çekilmek zorunda kaldı; Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Mavi Bereliler’i sınırları, Gazze’yi ve Şarm el Şeyh’i tuttu. Ko­ruyucu güç olarak İngiltere’nin yeri­ni A.B.D. aldı.

1964 yılında Ahmed Şukeyri’nin ön­derliğinde bir Filistin Kurtuluş Örgütü’kuruldu. Suriye’de iktidara Baas Partisi’nden mücadeleci bir yönetim kadrosu geldi. Bu arada Nasır da boş durmuyordu: İsrail’in kendisini çem­bere alınmış hissetmesine neden olan çeşitli girişimlerde bulundu. Bunalım, 1967’de Nasır’ın Sina’ya, kuvvet göndermesi, Mavi Bereliler’in bölgeden ayrılmasını sağlaması ve Akabe körfezinin ağzındaki Tiran boğazını kapatmasıyla patlak verdi; İsrail de bunu savaş nedeni saydı.

Altı yılda iki savaş

5 Haziran 1967’de harekete geçen İsrail, Mısır hava kuvvetlerinin büyük bölümünü yerde yok etti. Ardından bir harekâta girişerek altı gün içinde Sina’yı, Maveraiürdün ve Kudüs’ün bütünüyle Suriye tarafındaki Golan tepelerini işgal etti. Bu “Altı Gün Savaşı”ndan sonra hiçbir barış anlaşması yapıl­madı; tersine, Filistinliler sorununa bir de işgal edilmiş (ve yönetim altına alınmış) topraklar sorunu eklendi. İsrail, Güvenlik Konseyi’nin 22 Ka­sım 1967 tarihinde aldığı, yönetim altına almış olduğu topraklardan çe­kilmesi kararını uygulamayı reddet­ti; çünkü bu toprakları kendi güvenli­ği açısından gerekli saymaktaydı. 1969-1970’te Nasır’ın Süveyş kana­lında sürdürdüğü yıpratma savaşı, G. Jarring’in arabuluculuğu ya da Rogers planı, askıya alınan durumun düzelmesine yaramadı. Artık ön pla­na Filistinlilerin kurdukları örgütle­rin saldırı eylemleri geçmişti.

6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye hare­kete geçerek dördüncü Arap-İsrail savaşını (ya da Kippur savaşı) başlat­tılar. Baskına uğrayan İsrail orduları, önce yenildiler; ama sonra karşı sal­dırıya geçerek Süveyş kanalını aştı­lar ve Mısır ordusunun geri hatlarla bağlantısını kestiler. A.B.D. ve S.S.C.B’nin aracılığıyla 22 Ekimde ateşkes yapıldı ve İsraillilerle Araplar 1973 yılı aralık ayında Cenevre’de toplanan bir konferansta ilk kez bir araya geldiler. Bunu bir dizi olay izle­di: Mısır ile İsrail arasındaki buzlar çözüldü; bir uzlaştırma girişiminde bulunan A.B.D’li Kissinger 1975’te Mısır ile İsrail’in Sina’nın hiçbir yere bağımlı olmaması konusunda olduk­ça karmaşık bir anlaşma imzalamala­rını sağladı. Filistin Kurtuluş Örgütü çeşitli ülkeler ve Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından resmen tanındı (1975); Siyonizm kınandı.

Haziran 1977’de Menahem Begin başbakan oldu. 1977 Kasımında En­ver Sedat’ın Kudüs’ü beklenmedik ziyareti büyük tartışmalara yol açtı. Ardı arkası kesilmeyen pazarlıklar­dan sonra Eylül 1978’de Camp David,

25 Mart 1979’da da Washington an­laşmaları yapıldı. Kahire ile Tel Aviv arasındaki ilişkiler normale döndü­rülmek isteniyordu; karşılıklı elçi gönderilmesi (1980) ve ulaşım ağı­nın açılması amaçlanıyordu. Bunun­la birlikte, Mısır ile sağlanan “barış stratejisi”nin yanı sıra İsrail, Arap dünyasına, özellikle, Lübnan, Suudi Arabistan ve Irak’a müdahale etmeye başladı (Haziran 1981’de bir nükleer santralın tahrip edilmesi). 30 Hazi­ran 1981’de milletvekili seçimleri ya­pıldı ve 4 Ağustosta Menahem Begin dört partiden oluşan bir koalisyon hükümeti kurdu. A.B.D. başkanı Reagan, ülkesinin Yahudi devletine olan geleneksel desteğini güçlendir­di ve Ekim 1981’de İsrail- A.B.D. ara­sında stratejik işbirliği anlaşması im­zalandı. Aralık 1981’de Golan’ı ken­di topraklarına katan İsrail kuvvetleri Haziran 1982’de Filistin Kurtuluş Ör­gütü güçlerinin varlığına bir son ver­mek amacıyla Lübnan’a girdi. Filis­tinli savaşçıların ülkeden çıkmaları­na kadar (21 Ağustostan başlayarak) Beyrut’u bombaladı, kent ancak eylül sonunda boşaltıldı. Bu askeri giri­şim, İsrail kamuoyunda hoşnutsuz­luğa neden oldu; Filistin kampların­da girişilen katliamlarla ilgili bir so­ruşturma komisyonu oluşturuldu. Mart 1983’te Hayim Herzog devlet başkanı seçildi. Ekim 1983’te de baş­bakanlığa İzak Şamir getirildi. 1984 seçimlerinden sonraysa, İşçi Partisi – Likud Cephesi koalisyonu tarafından yönetilmeye başlanan ülkede, iki parti arasında yapılan anlaşma gere­ğince, ilk 25 aylık dönemde (Eylül 1984 – Ekim 1986) Şimon Peres, ikin­ci 25 aylık dönemde (Ekim 1986- Ka­sım 1988) İzak Şamir başbakanlığı üstlendiler. Bu arada, 9 Aralık 1987’de çocuk yaşta genç Filistinlile­rin başlattıkları ayaklanma (İntifa­da), İsrail askerlerine taş atarak saldı­ran göstericilere askerler tarafından ateş açılması ve yakalanan çocukla­rın sopalarla dövülerek kol ve bacak­larının kırılması üstüne, uluslararası kamuoyunda İsrail’e karşı şiddetli tepkiler uyandırdı. Ne var ki, gerek Filistinli gençlerin gösterileri, gerek İsrail askerlerinin şiddet hareketleri sürüp gitti ve 1987-1990 arasında ölen Filistinli gençlerin sayısı 207’yi (1993’te 1 000’i), tutuklananlann sayısıysa 5.000’i buldu. 1 Kasım 1988’de yapılan seçimlerden sonra, İzak Şamir yeniden hükümeti kur­makla görevlendirildi ve 22 Aralıkta İşçi Partisi’yle koalisyona giderek “ikinci ulusal birlik” hükümetini kur­du. Bu arada Bati Şeria ve Gazze’deki ayaklanmayı bastırmak için uygula­nan baskılar artırılarak, olaylara karı­şan Filistinliler sınır dışı edilmeye başlandı. 15 Mart 1990’da güven oy­lamasına giden İzak Şamir hüküme­tinin, yeterince oy alamayarak düş­mesinin ardından, uzun görüşmeler­den sonra Şamir, liberaller, dinci par­tiler ve küçük milliyetçi gruplardan oluşan sağcı ve dinci bir hükümet kurmayı başardı. İsrail’deki Yahudi nüfusun yavaş, Arap nüfusunsa hızlı artışını dengeleyebilmek için S.S.C.B’deki Yahudilerin ülkeye göç hareketi hızlandırıldı (1990’ın ilk altı ayında 50.000 kişi). 1990 Ağustosun­da patlak veren Körfez bunalımı sıra­sında, Saddam Hüseyin tarafından yok edilmekle tehdit edilen İsrail, Ocak 1991’den sonra Irak füzelerinin saldırısına uğradıysa da, A.B.D. ve müttefiklerinin yoğun çabalan sonu­cunda, karşılık vermeme kararı aldı. 1992 Haziranında yapılan genel se­çimlerde Likud Partisi’nin ağır bir yenilgiye uğramasından sona, bölge­de kalıcı bir barış sağlayacağı yolun­da kesin sözler vermiş olan İşçi Parti­si başkanı İzak Rabin, yeni hükümeti kurdu.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.