Irak Tarihi

Irak'ın kuzeyinde bahar bayramı

Irak’ın kuzeyinde bahar bayramı

Günümüzdeki Irak toprakları, dünya­lım, tarih sahnesinde ilk belirmiş olan yörelerinden biridir. Fırat ve Dicle’ nin suladığı Mezopotamya ovasında.İsa’dan önceki üç bin yıl boyunca birçok parlak uygarlık (Sümer. Akad, Babil, Asur) birbirini izledi. Ülkeyi sı­rasıyla Pereler, Büyük İskender. Selefkiler, Parthlar, Arsakidler ve İran Sasanîleri işgal ettiler, son olarak bu topraklarda, 63 7’de Arap egemenliği kuruldu. Yüzyıl sonra, bölge, Bağdatla uçsuz bucaksız Abbasi İmparator­luğu’nun (750-945) merkezini oluştur­du (bu dönem Arap-Müslüman uygar­lığının altın çağıdır). Daha sonra, imparatorluğu Abbasüer adına yöne­ten Büveyhoğullan (932-1055) ve Sel­çuklu sülaleleri (1055-1258) zamanın­da, Irak gene refah dönemleri yaşa­dı, ama arasıra bazı sıkıntılarla da karşılaştı. Ülke 1258’de Moğol istila­sına uğradı ve Bağdat yakılıp yıkıldı. XVI. yy’da Kanuni Sultan Süleyman tarafmdan alman (1534) Irak. Osmanlı topraklarına katıldı ve imparatorlu­ğun önemli bir merkezi haline geldi. Gene XVI. yy’da. İran savaşları sıra­sında Celali isyanlarına sahne olan bölgeye XVII. yy’da Murat IV. Bağdat seferini düzenledi. İranlıların eline geçmiş olan yerler yeniden Osmanlı İmparatorhığu’na bağlandı. XVII. yy’da Osmanlıların egemenliği altına giren Mezopotamya, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak huzur içinde varlığını sürdür­dü. Ülke. XIX. yy’dan başlayarak ik­tisadi nedenlerden dolayı Hint Okya­nusu çevresine göz dikmiş büyük sö­mürgeci güçlerin ilgisini çekmeye baş­ladı. Önce İngiltere, Basra’da ilk kon­solosluğunu, ardından Bağdat’ta ikin­ci konsolosluğunu kurdu. Bunları Fransızlar ve İtalyanlar izledi. 1836’da, Dicle üstünde ilk buharlı gemiler çalışmaya başladı, 1861 ‘de ilk telgraf hatları çeküdi. XX. yy. başla­rında, Almanlar Bağdat’ı Berlin’e bağlayacak bir demiryolu projesi ha­zırlamışlardı. 1913’te Fırat ırmağı üs­tünde barajlar kuruldu. Birinci Dün­ya savaşı yıllarında ülke toprakları, Basra körfezi ve İran şuurlarından gelen saldırılara karşı Osmanlılar ta­rafmdan savunuldu. İngilizler, Kasım 1914’te Şattülarap’tan asker çıkarıp Basra’yı, 1917 başlarında da Bağdat’ı ele geçirdiler. Birinci Dünya savaşı­nın ardından Irak, San Remo anlaş­ması (Nisan 1920) gereğince İngütere’nin mandası haline geldi. Bu ara­da, özellikle Basra ili tarafından des­teklenen ulusalcı bir hareket gelişmiş, çeşitli ayaklanmalar baş göstermişti. Başkaldırıların bastırılmasından son­ra bir devlet konseyi kuruldu. 1921’de İngilizler, Irak’ı bağımsız bir devlet durumuna gelebilecek biçimde yönet­tiler, 1921’de de Haşimi sülalesinden emir Faysal. Irak kralı oldu. 1924’te ilk anayasa ilan edildi, 1925’te de par­lamento toplandı. 1926 Ankara anlaş­masıyla Türkiye-Irak şuurları saptan­dı. 1932’de, Irak’ın MilleÜer Cemiye- ti’ne girmesinden sonra İngiltere man­dası sona erdi ve o tarihten başlaya­rak Irak, bağımsız bir devlet haline geldi. Bununla birlikte İngütere. aske­ri üslerinden, ulaşım yolları üstünde­ki haklarından ve petrol çıkarların­dan vazgeçmemişti (1927’de İraq Pet­roleum Company kurulmuştu). Bağım­sızlık ilam etnik grupların ayaklanma­larına yol açtı. Faysal I’den sonra ye­rine geçen Gazi I zamanında (1933-1939) monarşi çok güçsüz düş­tü. karşıt hizipler kıyasıya çarpışıyor­lardı. 1936’da Hitler hayranı olan Hikmet Süleyman bir diktatörlük kur­du, ama 1938’de Faysal I’in tümüyle İngiltere’ye bağlı olan eski danışma­nı Nuri Sait Paşa iktidara geldi ve 1941’e kadar gücünü korudu: bu ta­rihte Reşid Ali Irak’ı Almanya safına geçirmeyi amaçlayan bir hükümet darbesi gerçekleştirdi. İngiltere he­men tepki gösterdi ve Irak ordusunu ezerek yeniden Nuri Sait Paşayı ikti­dara getirdi. Savaş sonunda Arap Birliği’nin kurulması da barışı sağlama­ya yaramadı. 1948’de (Filistin sorunu­nun büyük bir gerginlik yarattığı yıl) Nuri Sait Paşa, İngiltere’yle yeni bir anlaşma yaptığım açıklayınca ülkede büyük ayaklanmalar çıktı, olaylar da­ha sonraki yıllarda da yinelendi. 1953’te kral naibi Abdülillâh tahtı re­şit olan Faysal II’ye bıraktı. Ama re­formcu yönetim girişimlerinden son­ra 1954’te gene Nuri Sait Paşa’ya çağrıda bulunuldu. Nuri Sait Paşa, ar­tık Kahire’nin etkisiyle hareket eden ulusçulara karşı amansız bir savaş açtı. Ulusçular, 24 Şubat 1955’te (Irak, Türkiye, İran ve Pakistan’ın İn­giltere’yle birlikte) S.S.C.B’ne karşı bir kalkan oluşturmayı amaçlayan Bağdat paktının imzalanmasından şiddetle kaygı duymaya başlamışlar­dı. Sonunda, Mısır ve Suriye’nin bir Birleşik Arap Cumhuriyeti oluşturma­larına karşılık, Ürdün ve Irak’taki iki Haşimî krallığı da 24 Şubat 1958’de bir Birleşik Arap Federasyonu kurma­yı kararlaştırdılar. Yeni devlet pek uzun ömürlü olmadı, çünkü 14 Tem­muz 1958’de Kasım ve Ârif komuta­sındaki askerler, cumhuriyet ilan ederek bu zoraki monarşiye son verdiler; kral Faysal II, eski naip ve Nu­ri Sait Paşa öldürüldü.

1958 devriminden kaynaklanan cum­huriyet rejimi ulusal birliği amaçlıyor­du; ama çok geçmeden karşıt eğilimler ortaya çıktı.Uzlaşmaz ulusçuların başkanı Kasım, çeşitli komplolar ha­zırlayan Mısır’la yakınlaşmadan ya­na olanlarla, özellikle de, 1941’deki hükümet darbesini hazırlayan Reşid Ali ve albay Şavvaf’la karşı karşıya kaldı; Şavvaf, Musul’da bir ayaklan­ma hazırlıyordu (8 Mart 1959), ama planı açığa çıkınca hareket kanlı bi­çimde bastırıldı. Bu olaylar sonunda, Kasım ile Nâsır, çok geçmeden iki uz­laşmaz rakip, hatta birer düşman ha­line geldiler. Nâsır yandaşlarını saf dışı etmek için Kasım’a destek olan komünistler de bir tehlike oluşturma­ya başladılar. 1959 Temmuzunda Kerkük’te başlattıkları ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı.

Kasım, ülke içinde giderek yalnız ka­lıyordu ama, dış siyasette girişimleri­ni sürdürüyordu: 196 l’de Kuveyt’i is­tedi, ama İngiltere ve Arap Birliği, bu ülkeyi hemen savundular; İ.P.C’nin (İraq Petroleum Company) haklarını kısıtlamaya çalıştı; daha sonra Şattülarap yüzünden İran’la çatıştı.

Ama en önemli sorun Kasım’m çözüm­leyemediği Kürt sorunuydu: Sürgün­den dönen Mustafa Barzanî, 1961’de bir ayaklanmaya önderlik etti. Destek­lerinden yoksun kalan rejimin artık sonu gelmişti; Baas’ın egemenliğinde­ki bir koalisyon 8 Şubat 1963’te Kasım’ı devirip ölüme mahkûm etti. Baas, albay Ârif’i devlet başkanlığı­na getirdi. Bütün kilit noktalarını ele geçiren Baasçılar komünistlere karşı şiddetli bir bastırma hareketine giriştiler. 1963’te Mısır, Suriye ve Irak arasında, 1964’te Mısır’la Irak ara­sında birleşmeyi amaçlayan görüşme­ler başlatıldı, ama Baas içindeki değişik hizipler bu girişimleri boşa çıkar­dı. 14 Temmuz 1964’te mareşal Ârif’ in kurduğu tek parti (Arap Sosyalist Birliği) ve çeşitli alanlardaki ulusallaş­tırmalar da umulan çözümleri getir­medi: Irak her zaman, kanlı biçimde bastırılan hükümet darbesi girişimle­rinin ve ayaklanmaların ülkesi olarak kaldı (1965 Eylülünde ve 1966 Hazi­ranında Nâsır yanlısı Abdülrezzak’m hareketi). 14 Nisan 1966’da ölen baş­kan Abdüsselâm Arifin yerine, kar­deşi Abdurrahman Arif geçti. Ülkede rejim henüz sağlam temeller üstüne oturmamıştı ve Irak, Altı Gün savaşı sırasında, cephe almış olmakla bir­likte yeterli yardımı yapmamış ol­makla suçlandı. 17 Temmuz 1968’de yeni bir hükümet darbesinin yapıl­ması üstüne, devleti Baas Partisi içinden gelen, general Ahmet Haşan El-Bekr yönetiminde bir başka grup ele geçirdi.

Yeni rejim de bastırma hareketlerine girişti; ama bu kez sağ kanat yanlısı olanlar bastırılıyordu. Bağdat bir kez daha duruşmalara ve kanlı idam cezalarına sahne oldu. Buna karşılık, 11 Mart 1970’te, Kürtlerle olan çatış­malar, hiç değilse kâğıt üstünde, so­na erdi.

Uluslararası düzeyde Irak S.S.C.B’ne yaklaştı: 1972’de de bu ülkeyle bir dostluk anlaşması imzalandı. 6 Mart 1975’te, İran Barzanî’ye destek vermekten vazgeçti; isyancı Kürtler si­lah bırakmaya çağrıldılar.

1978’de Irak, Arap ülkelerinin “Red Cephesi”nin başına geçti ve Camp David anlaşmalarına karşı çıktı. Tu­tumu giderek sertleşti; 16 Temmuz 1979’da El-Bekr Baas’tan ve devlette­ki görevinden istifa edince, devlet başkanı olarak yerine geçen Saddam Hüseyin, Bağdat’taki yönetici kadro­lar arasında büyük temizlik hareketi­ne girişerek (görev değişiklikleri, tu­tuklamalar, idamlar) kendisine karşı çıkabilecek olanları etkisiz kıldı. Ha­ziran 1980’de 22 yıldır yapılmayan yasal seçimler yapıldı ve Baas Partisi oyların çoğunu aldı. Öte yandan, Ey­lül 1980’de petrol bölgelerinde, İran ile savaş patlak verdi. Irak saldırısı daha çok Kuzistan’da yoğunlaştı. Irak birkaç başarı elde ettikten sonra, gerilemeye başladı; buna karşılık Iran ordusu sürekli olarak örgütleni­yor ve giderek daha sert bir direnme gösteriyordu. Eylül 1981’den başla­yarak İran, Irak üstüne saldırılar dü­zenledi. Irak, Haziran 1982’de barış önerisinde bulunduysa da, Tahran, savaşın, ancak Saddam Hüseyin reji­minin düşmesiyle sona ereceğini açıkladı. Ekim 1982’de, Cezayir an­laşmasıyla belirlenen sınırlar Irak ta­rafından kabul edildiği halde, savaş sona ermedi. İran ile Irak arasındaki bu anlaşmazlık, Arap dünyasının bö­lünmesine yol açtı ve Irak’ın petrol dış satımında yaklaşık 2/3’lik bir dü­şüşe neden oldu (körfezdeki petrol terminallerinin tahrip edilmesi). Saddam Hüseyin, savaş giderlerini karşılayabilmek için ülke çapında bir altın-mücevher toplama kampanyası açtı.

Bu arada, A.B.D. 1967’den sonra Irak’a ilk olarak tarım ürünleri alımına yönelik olmak koşuluyla parasal yardımda bulundu; Fransa Irak’a si­lah sağladı. Saddam Hüseyin, İran’ı Harg bölgesindeki İran petrol termi­nalini havaya uçurmakla tehdit etti. Birleşmiş Milletler’e bağlı Avrupalı ve Arap diplomatların, Ekim 1983’ten başlayarak iki ülke arasında ateşkes ilan edilmesi ve İran körfe­zinde ulaşım özgürlüğü sağlanması için girişimlerde bulunmaları, 1988’de Cenevre’de ateşkes görüş­melerinin başlamasını sağladı ve 17 Ağustos 1990’da imzalanan barış anlaşmasıyla, Irak elde ettiği bütün toprakları İran’a geri vermeyi kabul etti.

10 Eylül 1990’da da iki ülke arasında diplomatik ilişkiler yeniden kuruldu. Ne var ki, bu uzun süren savaştan ik­tisadı ağır yaralar almış olarak çıkan Irak, bu kez sonuçları çok daha ağır olacak yeni bir serüvene sürüklendi. Irak sınırı yakınındaki bir yerden petrol çıkardığını ve OPEC’in kotala­rını aşarak üretim yaptığı için petrol fiyatlarının düşmesine neden oldu­ğunu ileri sürerek, Kuveyt’i şiddetle eleştiren Saddam Hüseyin, Kuveyt sınırına asker yığmaya başladı ve 2 Ağustos 1990’da Irak birliklerinin Kuveyt’e girmesinin ardından, Ku­veyt’in Irak tarafından ilhak edildiği­ni açıkladı. Dünya ülkelerinin şiddet­le tepki gösterdikleri bu durum, özel­likle A.B.D’nin girişimleriyle, B.M. Güvenlik Konseyi’nin önce Irak’a ik­tisadi ambargo uygulanması (6 Ağustos 1990; Türkiye de bu karara uydu), sonra da 15 Ocak 1991’e kadar Irak Kuveyt’ten çekilmezse, askeri güç kullanılması kararı almasına yol açtı. Irak’ın bu karara uymaması üs­tüne, özellikle A.B.D., İngiliz ve Fransız birliklerinden oluşan B.M kuvvetleri, Irak ve Kuveyt’i 17 Ocak 1991’den başlayarak yoğun biçimde bombaladıktan sonra, 24 Şubat 1991 ’de kara savaşını başlattılar. Irak ordusunun teslim olmaya başlaması üzerine Irak’ın Kuveyt’ten çekilmeyi kabul etmesiyle (27 Şubat 1991), ateşkes ilan edildi (28 Şubat 1991). Ateşkesten hemen sonra Kürt azın­lıkların ülkenin kuzey kesiminde başlattıkları ayaklanmanın kanlı bi­çimde bastırılması üstüne, A.B.D ve Batı ülkeleri, bölgeye askerî birlikler gönderdiler. Gerek can, gerek mal açısından büyük kayıplar verdiği bu savaştan sonra Irak’m, kimyasal si­lahları denetlemekle görevli B.M. yetkililerine güçlük çıkarması ve kendisine yasaklanan hava bölgesin­de uçaklarını uçurmaya başlaması, A.B.D ve müttefiklerinin Irak’ı 1993 Ocağında yeniden bombalamalarına yol açtı; ama bu kez, dünya kamuo­yu, olayı Körfez Savaşı sırasındaki kadar desteklemedi ve özellikle A.B.D. birçok ülke tarafından eleşti­rildi.

Hadi Paylaş!Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on Google+Share on RedditPin on Pinterest

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.